Kaderinden kaçmak!




Yazar : Betül ERDOĞAN
KADERİNDEN KAÇMAK!


Zeynep kız bembeyaz olmuş yüzüyle gözlerini kısıp, başını kaldırıp bulutlara doğru baktı oturduğu cumbanın küçücük penceresinden .

Alnında çektiği sıkıntıların emaresinden ince çizgiler oluşmuştu. Ürkek bir kuş gibi göğsünde soluklandı nefesi. Gözlerinde yaşlar tomurcuklandı, hayatı buğulu camlara yazılan yazılar gibi bitip gidecekti. ''Yaprakları dökülmüş şu kuru dallara benzeyeceğim yakında, kaçamazsam  kaderimden!'' diye düşündü hüzünle. Kanayan yarasına dokunulmuş gibi acıyla başını ellerinin arasına aldı, dizlerinin üzerine doğru çökerek   yüreğinden kopan sessiz bir çığlık attı ve o çığlığın karşı yamaçlardan geriye geldiğini duyup, korkuyla irkildi. Yorgun hayat geçirmiş yaşlı insanlardan beter olmuştu on beşlik bedeni…

Başına düşen güneş ışığı altında yüzü o kadar şeffaftı ki güzel gözlerindeki hüzünle tıpkı bir meleği andırıyordu. Zihni müthiş bir uğultu içindeydi. Güneşi ürkütmekten korkarcasına, çekingen adımlarla öbür küçük yan cama yöneldi. Tan yeri ağaralı az bir zaman olmuştu ama güneş onun üstündeydi, sanki korumak ister gibi. Ayazlı  bir gece geçirmişti sabaha kadar derin-derin nefes alışlarının duyulacağından korkarak ürperip durmuştu. Gözlerini sokaktaki kaldırım taşlarında sabit bir noktaya dikerek, düşünceli bir halde, bıkkınlık duyduğu ayrılmaz hüznünden kopacağı anın ümidiyle, dudakları hafif bir tebessümle kıvrıldı. Göz pınarlarından akan birkaç damla yaş gözlerinden ılık-ılık yanaklarından aşağıya süzüldü. Daha göz pınarları kurumamışken ikisinin de bir zamanlar içinde yeşeren sevgi tomurcuklarını hatırına gelince, ta geçmişe mutlu günlere uzandı duyguları. Ona varacağı günler azalırken, hasretlikleri daha bir çoğalıyordu. Sevgileri gün ışığına çıkmış, içlerinde yanan sevda ateşinin dumanı bacayı çoktan sarmıştı. Sevdiği delikanlının fakir ama mert bir yüreği vardı, çalışır, çabalar kurarlardı yuvalarını.

Zeynep kızın yüreği soğumamış, henüz acıları küllenmemişti. Buz gibi bir korku dalgası sardı tüm bedenini, susturamadığı bir ses içinden sürekli bağırıyordu…''Ya  kaçamazsam kaderimden?” Beyninde bir uğultu, bir fırtına düşünmesine engel oluyor; sessizliği yırtacağından endişe ederek bu soruyu dillendirmekten korkuyordu.

Ne kadar  ümitlenmiş ne çiçekli hayaller kurmuştu. Dünya mutluluktan ibaretti, sevdiğiyle birlikte olduğu zamanlar. Bahar çiçekleri arasında cıvıl-cıvıl kuşların şarkılar söylemesiydi onu eşsiz kılan. Her şeyi hayra yoran bir iyimserlik gelirdi yüreğine çeşme başında yiğidiyle gözleriyle konuştukları anlarda. Dudaklarına yaklaştırılan akasya ağacının çiçek kokusuyla yenmeden önce duyulan hayali bir tada benzeyen bir lezzet karışırdı uzun bekleyişlerine. Göğsü delindi, paslı hançerler saplandı, körpecikken kurutulan umutlarının ağırlığı bindi küçücük omuzlarına...

Çare yok bir türlü kurtulamayacaktı geriye dönüşlerinden, acıyı hatırlayışlarının ağından. Bahar güneşi kadar saf ve temiz ceylan gözlerinde tomurcuklar belirdi yine, güneşin ısıttığı yüzünde bakışları buğulandı, görüş açısı yok oldu karanlıkta kalmış ruhuyla birlikte. İçinde bulunduğu şartlar iyice yontmuş, taş gibi dayanıklı yapmıştı onu. Yüzünde hafif bir mutluluk ışığı parıldadı, verdiği karardan vazgeçmeyecekti asla!
“Ya erimin olurum, ya toprağın!'' Dediği günler çok uzaklarda kalmıştı çok!

Boğazından bir hıçkırık yükseliverdi heyecanla ''Emniyetli limanlara sığınmalıyım beni koruyacak, ruhumun ihtiyacı olan huzura ve hedefime ulaşmalıyım'' Diye geçirdi içinden. Mazı dağın yamacında, dudakları buz gibi sulara değmiş gibi ferahladı darbe almış yüreği. Yüzündeki çektiği acılardan beliren çizgiler gittikçe kayboluyor, yavaş-yavaş derin bir kabustan uyanıyordu. Hiçbir şeye bakmadan, dimdik, mağrur bir edayla kapıya doğru yöneldi ve hafifçe aralayarak bir hayalet gibi dışarıya yöneldi. Sabahın serin rüzgarı çarptı yüzüne şamar gibi. Elindeki bohçasını sıkıca tutuyor, bembeyaz olmuş çehresini sabah güneşinin ışığı aydınlatıyordu. Güzel ve nemli gözlerinin parıltısı, canın tenden ayrılacak olmasıyla matlaşıp gölgelendi. Kendinden vazgeçmesi, duygularını, düşlerini, sevdasını bir tarafa bırakalı bir yıl olmuş; ağabeyiyle kendisinin aynı gün, aynı aileye bağlayacak nikaha üç haftadan az kalmıştı. ''Gidip sığınmalıyım  devletin şefkatli, güvenli ellerine; onlarca ağırlıktaki karları incecik boynuyla delip, o ayaza göğüs geren Kardelen olmalıyım. Geriye dönüp baktığımda; geçmişten günümüze aynı kaderi paylaşacak  çocuk gelinlere örnek olmalıyım.''

Gerçeklerle, düşler arasında bocalayışı sona ermiş; sıkıntılı geçen gecenin alacasından çıkmış yeni yeşermiş ağaç dallarının arasından güneşin gülümsemesiyle, bir an bile arkasına bakmadan hızla, hayret edilecek bir soğukkanlılıkla taşlı, tozlu, çalılı, dikenli tepeleri aştı. Sonra: dudaklarında tutamadığı alaycı bir kahkaha  belirdi, son bir  yılın acısıyla içindeki acıyı boşaltmak ister gibi başladı gülmeye. Ardındaki gölgesi ufalandı-ufalandı sanki yok oldu. Yolu ince, uzun, dolambaçlı ve çakıllıydı. Kurtlar sofrasında onun gibi çocuk bedenleri bekleyenlere yem olmayacaktı, asla!

Uzaktaki evlerin, sabah kahvaltı hazırlığı için yakılan ocakların bacalarından kıvrılarak çıkan dumanlar, yeni yeşermiş ağaçların dalları arasında şarkılar söyleyen kuşların sesleri, köpek havlamaları, Horozların ve uzaklardan  duyulan arabaların korna sesleri Zeynep kızı hayata çağırıyordu…

Ayak sesleri gittikçe azaldı duyulmaz oldu. Zeynep düşlediği geleceğine doğru yürüdü.

Yürüdü..

Yürüdü…



Betül ERDOĞAN 

Yorumlar

Popüler Yayınlar