HALKASIZ KÖLELER! (3)
Dün akşam üzeri
çıktığım yürüyüşte, (aradan uzun yıllar geçse de) bir anı tazelendi yüreğimde
ve içim tekrardan acıdı. Kafamı toparlayıp, olayları tekrar tekrar yaşadım ve
yazmaya karar verdim.
Sizler için ne
derece önemi var bunun bilmiyorum ama ben bu satırları yazmaya karar
verdiğimde; gözümden damlalar akmaya başladı bile klavye üzerine. "Her
şeye de ağlanılmaz ki!" lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım,
duygularım, acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım. Yine ağlıyorum...
Hiç tanımadığım o
"genç kadını" sizlere anlatmak istedim. Belki herkes kendinden bir
parça bir şeyler bulur düşüncesiyle.
Öyküyü okuduktan
sonra; tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyabilir...Bulunduğunuz ortamın
sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edebilirsiniz...Sokağa
fırlamak da isteyebilirsiniz... Sokaklar da dar gelebilir... Ne denizin berrak
mavisi açabilir içinizi, ne pırıl pırıl parlayan gökyüzü...
........................
Tatildeyim.
Sabah saatlerinde
orta yaşın üzerinde, ağzının içi çürük dişlerle dolu seyrek saçlı zayıf bir
kadın ve on yaşlarında bir erkek çocuğu plaja geldiler.
Benimle birlikte
bir kaç kişi daha vardı denizde.
Erkek çocuğuyla yüzerken
bir ara şakalaşmaya başladık. Çok sempatik güzel bir çocuktu. Sürekli dalıp
,deniz kapukları çıkartıp bana
veriyordu.
İsmi,
Hüseyincan’dı.
Onu o kadar
sevmiştim ki, “Anne!” diye hitap ettiği kadınla da konuşmaya başladım.
“Bu yaşta bir kadın
bu çocuğun annesi olamaz!” diyordum kendi kendime.
Değilmiş zaten.
Denizin
ortasında, anlatmaya başladı kadın.
Gözlerinden akan
yaşları, ıslak yüzünde ancak ben görebiliyordum.
Hüseyincan’ın
annesi, köyün en güzel kızı. Sarışın ve renkli gözlüymüş.
Evlendirmişler
erken yaşta.
Mutlu olamamış.
Sonra; Hüseyincan
dünyaya gelmiş ama o bile annesini mutlu edememiş.
Kimbilir; neler
yaşıyordu o dört duvar arasında!..
Büyük
mücadelelerle ayrılmış eşinden ana kucağına sığınmış.
…………………
Gönlü boş güzel
genç kadının. Sevmek istiyor, sevilmek de.
Öyle ya, hayatı
hep yalnız mı geçecek?
…………………………………………
Geçmiyor da
zaten. Aynı köyden genç bir erkekle sevdalanıyorlar birbirlerine.
Öyle bir sevda ki
bu birbirlerini görmeden duramıyorlar.
Ama “Mutluluk!”
kelimesi uzak bu genç kadına.
Aralarına, genç
erkeğin ailesi giriyor.
“Sen bekarsın,
hiç evlenmedin. Çocuklu bir kadınla asla birlikte olamazsın biz kabul etmeyiz!”
diyorlar.
Erkek mücadele
ediyor etmesine de bir yere kadar.
Yavaş yavaş genç
kadından uzaklaşmaya başlıyor.
Gelmiyor,
telefonlarına da cevap vermiyor.
Genç kadın üzgün, çaresiz.
Yüreği yanıyor
sevdadan.
“Ya hep, ya hiç!”
deyip kararını alıyor.
Sevdiği erkeğe
mesaj atıyor.
“Yarın sabah, her
gün geçtiğin yoldan her geçişinde ömür boyu beni hep hatırlayacaksın, hiçbir
zaman unutamayacaksın!” diye.
Genç erkek
ciddiye almıyor bu mesajı.
Sabah çıkıyor
evden işine gitmek için.
Sokağı döner
dönmez, donup kalıyor.
Sokağın başındaki
büyük çınar ağacında asılı duruyor sevdiği genç kadın.
………………
Bu öyküyü
duyunca; kendimi taşıyamayacak kadar çok büyüdüm. Bir yandan da kaybolacak
kadar küçüldüm...
Birileri, herkese
bir şeyler anlatır durmadan...
‘‘Önemli olan
sağlık!''
"Yaşamak çok
güzel!'
‘‘Boş verin ya,
her şey unutulur!'
Ben hiçbirini
duymadım...
Gözyaşlarımdan
etrafı göremez hale geldim.
Denizde yok olmak
istedim.
Bu nasıl bir
insanlıktır ki; ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edeceksiniz,
aşağılayacaksınız, küçük göreceksiniz.
……………….
Her şey onun
ölümüyle son buldu mu?
Hayır!
Belki de hep
ondan bahsetmek isteyecek o genç erkek...
‘‘Ölüme çare
bulunsaydı keşke!” Diyecek!''
Yalnız kalmak
isteyecek...
Hem de
kalabalıkların arasında kaybolmak!..
İkisi de yetmez.
Geçmişi,
AŞK’larını düşünecek... Nerdeyse dakika dakika... Ama kötü anları atlayarak...
Onunla geçtiği
yerlerden geçmek isteyecek... Gittikleri yerlere gitmek...
Bu ona hiç iyi
gelmeyecek... Ama bile bile yapacak!..
Biri ona içindeki
acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacak... Aslında kurtulmak istediği halde,
o acıyı yaşamak için direnecek.
Hayatının geri
kalanını onu düşünerek geçirmek isteyecek...
Aksini iddia
edenlerden nefret edecek...
Bütün kadınları ona
benzetip,
Kimseyi onun
yerine koyamayacak...
Hiçbir şey
oyalamayacak onu...
Tün şarkılar
“onlar” için yazılmış gibi gelecek... Boğazı düğümlenecek, dinleyemeyecek...
Uyuması zor,
uyanması kolay olacak...
Sabah olsun
isteyecek!
Bazen de ‘‘Keşke
hiç güneş doğmasa'' diyecek.
Ne geceler ne de
gündüzler rahatlatacak.
Ölmek isteyip,
ölemeyecek...
Belki de “çivi
çiviyi söker” diye can havliyle önüne çıkan bir kadına sarılmak isteyecek...
Ama boş!
Düşüncesi bile
tahammül edilmez gelecek...
Rüyalar görecek,
gerçek olmasını isteyecek...
Her sıçrayarak
uyandığında onun adını söylediğini fark edecek...
Telefonun çalmasını
bekleyecek... Ama çalmayacak!
Yüreği
burkulacak...
Canı yanacak...
Bir daha
sevmemeye yemin edecek.
Yaşama dair hiçbir
şey yapmak gelmeyecek içinden...
Sevdiğinin sesini
bir kez daha duymak için yanıp tutuşacak... Defalarca aradığı günlerin kıymetini
bilmediği için kendinden nefret edecek...
Yaşadığı köyü
terk edip,
Onunla hiçbir anısının
olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek isteyecek!..
……………….
O genç erkeğin
böylesine duygular içinde olmasını dilerdim.
Benimkisi bir
umut.
Gelgitler yaşadım
ve bir sonuca çıkamadım.
Anası, çocuğu,
Hayatın akışına
bırakmışlar kendilerini gidiyorlar.
Buna yaşamak
denirse...
Denir mi?
Betül erdoğan
Yorumlar
Yorum Gönder