HALKASIZ KÖLELER!



İnsanın kendinden kaçması gibi bir şey bu.
Hava o kadar karanlık ki, gözgözü görmüyor.
Kendime özgü bir ruh hali içindeyim.
Bulunduğum köyün topraklı yolunda yürüyorum.
Yol kenarından ufak bir dere akıyor.
Sesi kulağımı, serinliği ise tenimi tırmalıyor.
Bacaklarım daha bir inatla adımlıyor yolu.
Yüreğim ise; etrafımda olan biten bütün gerçekliğe git gide uzaklaşıyor
Dereden kurbağa vıyaklamaları geliyor ben biraz daha hızlanıyorum.
Kurbağa vıyaklamaları bana hep kötü sesler çağrıştırır.
Bir ananın yavrusunu kaybedince ki feryatları gibi mesela.
Gecenin karanlığında yürümeye devam ederken, bitip tükenmeyen tarlalarda “ne çok hasat var” diye düşünüyorum.
Tozlu yollarda ara ara kuru otlara basıyorum ve çıtır-çıtır sesler geliyor kulağıma.
Sonra; korku girdi yüreğime ve başımı sağa sola çevirdim baktım.
Tepemden bir yarasa uçtu gitti.
Ay tepemden ortalığı aydınlatmadan bana bakıyordu. 
Belki de bu bana korku vermişti.
Yerdeki otları ve çok uzakta olan birkaç köyün soluk ışıklarını görebiliyordum.
Kulağımı, yanımdan akan derenin suyunun sesine veriyor, diğer yandan aklımı da, beynimin ve yüreğimin içinde çalkalanan isyana bırakıyordum.
Öyle olması gerektiği için.
+
Ben nasıl bu duruma gelmiştim?
Çok sevmiştim onu.
Ailemi, işimi, şehir hayatımı bırakıp ardına takılıp gelmiştim bu doğunun ücra köyüne.
İlk başlarda her şey çok iyiydi.
Ev kalabalıktı.
Ana-baba-kardeş ve bir sürü torun.
Aynı çatı altında yaşantı.
Her erkeğin mutlaka 2.karısı vardı.
Kayınbabamın da öyle.
“Nasıl bu kadar iyi geçiniyorlar kumalarıyla?” diye kendi kendime sorardım.
Kuma getirmek bir erkeğin şânı olduğunu yakın zamanda ben de anlayacaktım.
+
Gecenin karanlığı; akan suyun şırıltılarıyla adeta sevişiyor.
Tenim gene ürperdi.
Ya da ben karanlığı kendime yakın hissediyorum, bu ürperti ondandı.
Ay çıkmasaydı, nerdeyse karanlık gözlerimi kaplayacaktı.
Ama ben bu gece karanlığını seviyordum. Yıldızları da.
+
Bir akşam, sevdiğim yanında bir kadınla eve geldi.
Hısım-akraba çok olunca; konduramadım önce.
Kayınbabam, mutlu çok mutlu olmuştu.
Kuş kadar aklıyla beni teselli eder konuşmalar yapmaya kalktı.
İki analar, yüzüme hüzünle baktılar.
“Gelin, burada adet böyledir!” der gibi.
+
Önüme uzun bir köprü çıktı.
Derenin üzerinden karşı yakaya geçtim.
Birkaç yarasa daha uçtu üstümden.

Kendime has anılarımın, kendine has hallerimin duygularımla harman olurken; şimdi, tekrar tekrar duyduğum yerdeki kuru otların ve irili ufaklı taşların çıtır çıtır sesinden, ne kadar çok yürüdüğümü ve yorulduğumu hissettim.

Sırtımdaki çantayı elime alıp biraz duraksadım.
Gökyüzüne bakıp, derin bir nefes aldım ve tekrar yürümeye devam ettim.
İnsanoğlunun ne muhteşem bir varlık olduğunu düşündüm.
Gerçeklere daha yakındım şimdi.
“Bütün bu işleyişler eğer mantıklı düşünmezsen sana çok zarar verir!” diyordum.
Ben bütün bunları düşünürken, kimi zaman şöyle, kimi zaman da böyle geçen bir yılımın, anlamlı olan karnımdaki bebeğimin ilk tekmesiyle irkildim.
Karşımda, şehrin ışıkları belirmeye başlamıştı.
Bu terk ediş, benim doğayla olan yolculuk serüvenim olmalıydı.
Doğanın kendisine doğru yaptığım bu yolculuktan şimdi “kendime” doğru geliyordum.
Şehir hayatının içi tümüyle, “biz” dolu olacaktı.
Bu yürüyüşün bana getirisi, daha sonraki yaşantımda kendime doğru gelişimin en güzel yolculuk anısı olarak kalacaktı.
“HALKASIZ KÖLE!” olacaktım ama
Bir erkeğin getirdiği kadının asla ortağı olmayacaktım!

Betül ERDOĞAN

Yorumlar

Popüler Yayınlar