NEFES ALIP VERMEK DEĞİL, HİSSETTİĞİMİZ ACILARDIR YAŞAMAK!





Ocak ayının ilk gününün soğuk mu soğuk akşamın da, hastalanıp acile gittiğim bir hastane koridorunda tanımıştım onu.

Ak düşmüş bakımsız saçları, yazmasının kenarından yanaklarına doğru düşmüş halde, eski püskü

mantosuna sarılmış iki büklüm oturduğu sandalyede, derin derin iç çeken, yaşlı kadın bir

taraftan da, “Beyimmmm  beyimmmm evimin direği!” diye inliyordu, oturduğu yerde.

Üşüdüğünden midir, içinin kederli yangınından mıdır bilinmez, isyanıyla birlikte bir o yana bir bu yana usul usul sallanıyordu.

Nasıl bir duygudur bu kim bilir?

Nasıl bir derdi ve acısı vardı!.. Kim bile bilir ki acısının derinliğini, kendisinden başka. 

O acılı hali, serum aldığım sürece gözümün önünden gitmeyen yaşlı kadının mırıldandıklarını anlamaya çalıştım anlayamadım.

Sanki acıklı bir türkü söyler gibiydi o haliyle.

Serumum bittiğinde, yanına usulca sokuldum ellerini tuttum.

“N’oldu teyze neyin var?” dedim.

“Evladım 52 yıldır aynı yastığa baş koyduğum beyim sobadan zehirlendi kendisini kaybettim!” dedi ve gene uzul usul ağlamaya devam etti.

Boğazıma hıçkırıklar düğümlendi ağlamak istedim ağlayamadım.

Teselli etmek istedim onu da yapamadım.

O kadar hastaydım ki, ayakta zor duruyordum.

Kimi kimsesi olmayan o yaşlı teyzeyle ilgilenmem bu kadar olabilmişti!

Hepimizin mutlaka, kederli günleri olmuştur hayatta.

Anamızı, babamızı kaybettiğimizde duyduğumuz acının tarifi mümkün değildir. Belki de eşlerin birbirlerini kaybetmesi de öyle.

Çaresizliğimiz den ne yaptığımızı bilemeyiz o acılı anlarda.

Bildiklerimizi de unutur cahil olur ne yapacağımızı bilemeyiz, Kırılgan bir bardak gibi ellerimizde tutuğumuz hayatımız bir anda tuzla buz oluverir adeta avuçlarımızda.

Bütün hayallerimizin, emeklerimizin heba olduğunu düşünürüz ümitsizce, işte o anda biz farkında olmasak ta hep süregelen yaşamımız girer devreye.

Zaman evet zaman. Acımasız zaman. 

Kimimiz feryat figan eder, kimisi de bu yaşlı teyze gibi için için ağlar.

Zaman her şeyin ilacıdır derler.

Gerçektende öyledir. Yoksa sevdiklerimizi kaybetmeye, ayrılık ve ölüm gerçeğine, yaşadığımız onca acılara nasıl dayanırız? 

İnsan oğlu öyle bir özellikte yaratılmıştır ki, yaşadığı tüm acıları kederleri bir gün mutlaka unutur.

Ölüm acısı da aynı beden yarası gibi tazeyken canını yakar insanın hiç kapanmayacakmış gibi gelir, oysa ölüm acısı da kapanır zamanla kabuk bağlar ve geçen yıllarda o kabuk da kurur çürür ve yok olur gider.

Ölüm acıları mazinin derinliklerine bırakıp, kendine yeni bir şans vermeli güneşin yeniden doğumuyla. “Her karanlık gecenin bir aydınlık sabahı vardır!” diyebilmeli insan.

İlkbaharda açan çiçeklerin kokusunu, tüm nefesimizle ciğerlerimize kadar çekebilmeliyiz.

Yeniden mutlu olma vakti gelmiştir, yeni ümitleri yeşertme ve kocaman umutlar besleme zamanıdır yeni doğan güneşle beraber.

Eğer yaşam devam ediyorsa mutlaka her karanlık gecenin bir aydınlık sabahı olduğu gibi, her çetin kışın bir güzel baharı vardır.

Bu bilinçle hayatın içine nüfuz edebilirsek; işte o zaman olgunlaşır insan ve yaşama dört elle yeniden sarılır. 

Çok sevdiğim bir türküde olduğu gibi, 

"İşte gidiyorum çeşm-i siyahım 
Önümüze dağlar sıralansa da 
Sermayem derdimdir servetim ahım 
Karardıkça bahtım karalansa da." 


Her ölüm olayında da nedense bu türkü gelir aklıma.

Sanki güç buluyorum bu türkünün sözlerinde.

“Hadi yıkılma diren!” der gibi .

Bir gün hepimiz gideceğiz o aleme.

Ulaşacağız elbette o mutlu zaman dilimine mırıldandığımız türkülerle birilikte…


Betül ERDOĞAN

Yorumlar

Popüler Yayınlar