HALKASIZ KÖLELER! (7)



*******************

KAR BAŞLAYACAK BİRAZDAN

Gece karanlığında sokak ne kadar da ıssız.

Kar başlayacak gibi de ayaz var.

"Zaman ne kadar da çabuk geçiyor!" Diye düşündü kadın.

Azar-azar, usul-usul.

Gözlerini pencereden dışarıya çevirdi.

Karanlığın sonsuzluğuna bakarken yine aynı şey vardı aklında.

Ölümden korkmuş muydu hiç?

Ölümün bir kurtuluş olduğunu bildiği halde, evet korkmuştu.

Ölmekten ve ölen diğer insanlardan.

Anılarında kalmıştı bütün yaşamı.

Eski fotoğrafları bile albümünde sararmıştı.

Tüm varlığıyla yaşlanıyordu.

Bir başına kalmak daha çok vuruyordu yüzüne ve bedenine.

Yaşlı ağrıları da gitgide çoğalıyordu.

Yok!

Hiçbir şey eskisi gibi değildi.

Anılardaydı bütün yaşadıkları artık...

Yerinden kalkarken divan hafifçe gıcırdayıp gecenin sessizliğini bozdu.

Gökyüzünün karası, sanki duvarlara vurmuştu.

Pencereye doğru başını çevirince gene ince bir sızı geçti sol yanından.

Çok eski bir sızı.

Tanıdık, bildik…

Dışarıda bir yerden, uzaktan bir köpek havlaması gecenin içine doğru aktı.

Sırtında bir ürperti dolaştı kadının.

Şalına sımsıkı sarındı.

Parlak, sarı sokak lambasının altında bir çift duruyordu.

Sanki rüyadalarmış gibiydiler ikisi de.

Birbirlerine sokulmuş neşeyle konuşuyorlardı.

Birer sigara yaktılar.

Paltosunu kıza doğru açtı, iyice kendine çekti üşümesin diye genç adam.

O halde, “Nasıl sigara içebiliyorlar?” diye düşündü.

Havaya karışan dumanlar bulut oldu sanki başlarının üstüne çöktü.

Çok soğuk olmalıydı hava.

Ölüm kadar, soğuk bir ölü gibi.

Şimdi kalbinden hastaydı.

Öyle doğmamıştı aslında.

*********************

Gürbüz bir kızdı küçükken.

Yaşıtlarıyla ip atlar, saklambaç oynardı.

Kovalamaca da oynarlardı.

Fidan’ın dedesi, “Benim torunum çam yarması gibi. Onu mektebi bitirir bitirmez evereceğim!” Derdi.

“Elleri bile ne güzel tombul-tombul” der, gurur duyardı.

Kan damlardı sanki yanaklarından.

Genç kızken de, genç bir kadınken de kendini bilemedi hiç.

Hep başkaları bildi onu.

Kendisi hiç kendini düşünemedi.

Ortaokula gitmek istiyordu.

Babaannesi karşı çıktı en önce.

Babası aksilenmiş sonra “Olur” demişti.

Ama babaannesi?…

“Kız kısmısı okuyup da ne olacak? Eski köye yeni adet getirmeyin. Hep o karın olacak kadının başının altından çıkıyor bunlar” Demişti.

Babası, anasına saygıdan sesini çıkaramazdı.

Hep böyle sessiz kalırdı.

Babaannesi durmadan söylenirken, su doldurmaya dışarıya çıkardı köy çeşmesine.

İçi, alev-alev yanardı.

Ölesiye bir korku sarardı yüreğini.

Anasına bakardı ki; ilişmiş bir köşeye başı önde düşünceli.

Oturduğu divan sanki başka bir dünyadaymış gibi.

Burada değilmiş gibi.

Kimsecikler yokmuş gibi…

Babannesi, eve misafir geleceğini söyledi bir gün.

Uzaktan akrabaymış.

Çarşaflar, yastık yüzü, yorgan hazırdı.

Bir de el havlusu.

Birkaç gün sonra geldi o misafir yatıya.

Şimdi her şey çok silik zihninde ama içini yakıyor.

Adını hatırlamak bile istemiyor.

“Hayrettin…”

Her sene bir, ya da iki kez gelir, birkaç gün yatıya kalır giderdi.

Uzaktan akraba olunca!

Misafir de aynı babaannesi gibi ters, onun gibi huysuz.

İkisi bir olup çeldiler babasının aklını.

“Kız evden evlenip gidecek yaşa geldi. Lafa söze mi gelsin durduk yerde? Ananı da dinle, babanı da, beni de dinle. Çok dua edeceksin bize sonra…”

Zaten saftı babası, kandı.

Everdiler iki yıl sonra.

Siyah beyaz bir fotoğrafla tescillendi nikahları.

Bilmem ne kadar tarlası olan bir adamın karısı olacaktı ya, daha ne istesin?

Bir sürü doğum yaptı ardı ardına, zar zor doğumlardı.

Bebeklerinden hiç birisi yaşamadı.

Bilmeden ölüme meydan okudu.

“Ne kadar dayanıklıymışım?” der, kendini sorgulardı.

Soğuk bebek ölümlerine baktı kaç kez.

Sol yanı hep acıdı.

Kocası, çocuk için bir kuma getirdi üstüne.

Kendisi onlara hep hizmet etti.

Baba evinde sesi çıkmayanın, koca evinde sesi çıkar mıydı hiç?

Bir yıl sonra kadın çocuk doğurdu.

Kocası, kendisini hırpalamaya başlamıştı.

Bir gün hastalandı.

Kalbinden rahatsız olduğu anlaşıldı.

Nice sonra, her şey bitip tükendikten sonra.

Toprağa verdikleri yavruları ile bütün hayatını yüreğinde koca- koca boşlukla geçirmiş ananın, hiç kimse acısını fark etmemişti.

Hiç kimse…

************************

Soğuk sokak ayazda uyuyordu.

Sıra-sıra park edilmiş arabalar her zamanki yerlerinde sessizce sabahı bekliyorlardı.

Tek tük insanlar da geçiyordu.

Ayaz, geceyle sanki dans ediyordu.

Gökyüzü simsiyahtı şehrin üstünde.

“Kar da başlar yakında!” diye düşündü.

Romatizmadan eğrilmiş parmaklarıyla buğulanan camı sildi.

İçi titredi gene.

Buğulu camdan geceye baktı.

Bir adam sokağın sonuna doğru ağır adımlarla ilerliyordu.

Arkasından gecenin karanlığı da yürüyordu dalga-dalga.

“Yağmur yağsa keşke. Çisil-çisil, toprak kokulu bir yağmur. Ağaçların, toprağın kokusu içime dolsa. Ama gökyüzü karanlık olmasın!” Diye düşündü.

Kar başlayacak birazdan...

Kalkıp, sandıktan sararmış eski siyah beyaz fotoğraflar çıkardı.

Yeni hayatının kapısını açarken çekilmişti o fotoğraflar.

Soğuktu, yorgundu yüreği...

İncecik sızlıyordu sol yanı.

O gece de yağmıştı kar.

Ekim ayıydı galiba.

Yeni hayatını, yağan kar selâmlıyordu bembeyaz.

Beyaz gelinlik, beyaz kar ne güzel bağdaşmıştı.

Bütün gece yağmıştı kar.

Ondan sonraki gece de, daha sonra ki gece de...

Hiç durmadı.

Kaç gün, kaç gece yağdı öyle kim bilir?

Bir yerde saymayı bırakıyor insan.

Bırakmayı da öğreniyor.

Toprağı örten kar; sonra yolları, tarlaları, dağları, suları örttü...

Sonra ağaçları, kuşları, evleri.

Bütün köyü yavaş ve sakin...

İnsanları bile örtmüştü.

Bebeklerinin mezarlarını bile.

Damların tepelerine kadar yığılmıştı kar.

*************************

Tekrar kalktı, pencereye yürüdü.

Uzaktaki renksiz, şekilsiz çatılara, dumanı tüten bacalara baktı uzun-uzun.

Sokak hala sessiz.

Kalbindeki küçük boşluğa ılık-ılık gözyaşı aktı.

İlk kar taneleri sallanarak dans etmeye başladı havada.

Gülümsedi acı-acı.

Elindeki siyah beyaz fotoğraflara bakıp, toprak altındaki bebeklerini düşündü, iç çekti.

Giderlerken, “Ağlama anacım.” dememişti hiç birisi.
Diyememişlerdi ki!

Hayat; beyazlığın sonsuzluğunda asılı kalmış gibiydi.

Ve zaman artık çok ağırdı.

Kalkıp buğulu camı bu kez bir çırpıda sildi.

Biraz nefes almak için camı açıp kar kokulu havayı içine çekti.

Ölümün soğuğu gizlice içeri süzüldü, odanın en kuytusuna sindi.

Hiç fark etmedi.

Kimse fark etmedi...

Bebeklerinin mezarlarının üstünü de kar kaplamıştı yıllar önce ilk öldüklerinde.

Şimdi bir cenaze geçiyor meydanın orta yerinden.

Tabutun üzerinde bir mor yazma, arkasında birkaç kişi.

Yavaş ve sakin.

Kar yağarken ölünce; sanki kimse bizi bulamaz, kimse gelemez gibi.

Sandık odalarında baharı bekler bizim buralarda insanlar.

Eski siyah beyaz fotoğraflara bakmak için.

Ne zaman ki karlar erir, yok olur toprağın buzu; o zaman açılır sandıklar.

Karın altında hep beraber uyurlar burada, bütün çocuklar ve ANALAR!

Artık hücrelerde yaşıyor yitirilmiş hayatlar.

Yaşlı yüreğin meskeni artık zindan.

Sokak hala ıssız ve artık bütün geceler kapkaralar.

Kar başlayacak birazdan...

Betül ERDOĞAN

Yorumlar

Popüler Yayınlar