Niye böyleyiz?




Şimdi hep beraber arkamıza yaslanalım, gözlerimizi kapatalım ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarımızdan birinin gerçekten ölebileceğini düşünelim. Dün akşamımızı nasıl geçirirdik? Aynı iletişim mi olurdu, yoksa o veya onlarla aynı konuları mı konuşurduk? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik, kırgınlık konusu yaratır mıydı? Yoksa çok önemsiz mi olurdu? Bu sabah evden çıkarken; bu son görüşmemizde o veya onlara ne derdik? Onların boynuna sıkı-sıkı sarılmakta tereddüt eder miydik? Çok sıkı sarılmaya mı, yoksa giyindikten sonra, ayna karşısına geçip kendimize bakmaya mı vakit ayırırdık? Onlara, “yüreğimizin taa derininden gelen bir “seni çok seviyorum” demeye “ne gerek var” diye düşünür müydük? O ve onların ölebilecek olmaları bizim onlara duyduğumuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı? Burada bazı arkadaşlarımın bana katılacağı da olur katılmayacağı da. Belki de dün akşam yaptıklarımızdan bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişizdir.

Şimdi, kapalı olan yüreklerimizi açıp, "acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli. Hangilerinde kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim?” diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Kendi ellerimizle yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?

Hepimiz birbirimize misafiriz. Ölüm bir nefes kadar yakın bizlere. Sabah gördüğümüz bir insanı akşam bulamayabiliriz.

Ne demiş; Yunus Emre

"Sular hep aktı geçti, 
Kurudu vakti geçti, 
Nice han, nice sultan, 
Tahtı bıraktı geçti, 
Dünya bir penceredir, 
Her gelen BAKTI geçti. 

Arkalarından hüzünle bakmamak için, yine Yunus’tan “Bu dünya kimseye kalmaz, sevelim sevilelim!” deyip bitirelim.

Betül Erdoğan

15 Ekim 2014

Yorumlar

Popüler Yayınlar