AYRAN TÜRKÜSÜ!
Aman Cemile kız
sen ne yapıyorsun?
Nasıl doldurursun
ayranı öyle, sen kimsin? Küçücük köyde bir genç kız her isteyene bir tas ayran
doldursa ne olur, adı nereye çıkar?
Demezler mi insanlar falancanın kızını gördüm, bir yabancıya ayran verdi.
Aralarında bir şey mi var acep, elin yabancısına neden verir ayranı? Hem köyün
geleneklerine ters düşmez mi? Hem de genç bir kız! Yok canım, bu işin içinde
bir iş vardır mutlaka.
Hadi araştıralım
beraberce bakalım nedeni neymiş?
Cemile güzel mi
güzel dillere destan bir kız. Hani öykü kahramanlarında ki kızlar anlatılırken,
selvi boylu, kara kaşlı, kara gözlü diye başlar ya Cemile öyle değil işte.
Ufacık tefecik, kumral ipek saçları ela gözleri var. Narin parmakları, minicik
ayakları...
Aziz ise köyün
yakışıklı bıçkın delikanlılarından.Uyy uyyyy, göz görüp gönül de sevince, her
şey tamam olur gerisi büyüklerin bileceği iş. Üç-beş hısım akraba; köyün muhtar
emmisi ve imamı, bir de Aziz’in babası varıp gidip istemişler Cemile kızı. Kız
evi de naz evi derler, olacak tabi ki o kadar naz. Bir kaç sefer daha gidilir
dünürlüğe, sonunda iş tamam. İş tamam olmasına tamam da daha askerliğini
yapmamış ki Aziz. Şans işte,nişanlarının haftasına askerlik çağrısı gelmiş.
Aman Allah aman, yaman Allah yaman. “Daha geçen hafta nişanlandım hiç olmazsa
bir iki ay geçsin!” dese de kimse dinlemez. Gün gelince vurmuş sırtına
çantasını, dost ahbap ana baba helâlleşmiş, varmış Cemile’nin yanına. “Üç yıl
çabuk geçer Cemile'm üzülme. Büyük seli hatırla beş yıl oldu, dün olmuş gibi
değil mi?.. Esat emmi öleli de bak dört yıl oldu. Demem şu ki günler çabuk
geçiyor; bir göz açıp kapayınca kadar buradayım gönlünü ferah tut” demiş.
Birbirlerine bekleyeceklerine dair söz verip ayrılmış Cemile ile Aziz. Sesiyle
insanın içini buran, Kara Trenin düdüğü ile ilk kez köyünden ayrılmış Aziz. Sık
sık mektup yazmış köyüne içindekileri dökmüş mektuplarına. Anasına
babasına,nişanlısına selamlarını, özlemlerini iletmiş.
Aziz askerdeyken,
bir haber yayılmaya başlamış asker ocağına; “Uzakdoğu’da savaş çıkmış, bizi de
savaşa çağırıyorlarmış.” Kimi “Yok canım yalan bütün bunlar dünyanın bir
ucundaki savaştan bize ne” dese de, “Bizim sözümüz varmış, onlar savaşa girerse
biz yardım edeceğiz, biz girersek onlar yardım edecekmiş. NATO mu, ne diyorlar
işte onun için” diyormuş kimileri. .. Sonra Aziz’in kura günü gelip çatmış. Adı
cepheye gidecekler arasındaymış. Çok üzülmüş Aziz. Yaban ellerinde ne için
savaştığını da bilmeden. “Vatanıma düşman saldırmadı, arıma, namusuma dil
uzatan olmadı peki bu savaştan bize ne?” der “Acep oralar nasıldır, kaç gün de
gidilir?” diye kendi kendine düşünür durur. Çok geçmeden de cephede bulur
kendini. Gecesi gündüzü yok ki savaşın Aziz gününü bile şaşırıyor, tek amacı
sağ kalmak ve bir an önce Cemile’sine kavuşmak.
(Demokrat
Partinin “Altın çağı” denilen bu dönem 1947 de ki yabancı sermayeyi teşvik
kanunu 1951 de sermaye bölüşümünü daha da kolaylaştırıcı doğrultuda yapılan
değişiklik ve Kore savaşına bir tugay asker göndermesiydi. ABD’nin isteği ve
NATO’ya üye olmak için Tuğgeneral Tahsin Yazıcı emrinde 5 bin asker Kore’ye
gönderilmişti. Türkiye savaşı standart 5 bin kişiyle sürdüreceğine söz verdiği
için eksilmeler oldukca asker göndermeye devam etmiş ve savaşın Türkiye’ye
faturası 717 ölü 5247 yaralı 229 esir 167 kayıp olmuştu. Bu da ABD’den sonra en
fazla kayıp veren ülkenin Türkiye olduğunun göstergesiydi.)(alıntı)
Her bir yandan
ateş yağmakta tam bir cehennem. Bu arada şarapnel parçalarından biri de gelip talihsiz
Aziz’i buluyor, hem de yapayalnız. Olduğu yerde kalıyor. Aziz eli yüzü
parçalanmış bir halde esir kampına götürülür. Canı kurtuluyor ama Aziz eski Aziz değildir artık. Radyo
bültenlerinde kayıp listeleri okunur, birliğine gelemeyenler arasında Aziz’in
de adı vardır. Cemile çılgına döner. Herkes birbirini avutmaya çalışsa da
Aziz’in artık geri gelmeyeceğine çünkü onun öldüğüne inanırlar. Ama Cemile hiç
ümidini kaybetmemiştir, “Aziz ölmemiştir, ölmüş olsa künyesi bulunurdu” diye
diye aradan yıllar geçer ve hiç bir haber çıkmaz Aziz’den.
Günlerden bir gün
Cemile kız çeşme başında yayığı almış önüne ayran yapıyormuş. Bir ses duyup başını
kaldırdığında bir atlının çeşmeye doğru geldiğini görmüş. Cemile ilgilenmez
gibi kafasını önüne eğmiş ama göz ucuyla da yabancıya bakmış. Yüzü gözü yaralar
içinde olan yabancı Cemile’den bir tas ayran istemiş. Cemile de yabancıyı
terslemiş, çünkü yabancı ayranı sözle değil türkü çağırarak istemiş. Cemile de
ayran vermek istemediğini yine türkü ile yanıtlamış. Karşılıklı türkü düeti yaparlarken,
yabancının Aziz olduğunu anlamış Cemile. Anladığı anda da ayran yayığını bir
yana, bakracı bir yana atıp ağlayarak boynuna sarılmış Aziz’in. Yılların hasretini
bir türküyle dillendirip, iki sevdalının kavuştuğu bu türkünün sözlerine
bakalım...
Ayran Türküsü
Aziz:
Uzak yollardan da
kıvrandım geldim
Tatlı dillerine
eğlendim kaldım
Gelin bu ayranı
tazemi yaydın
Hüda’nın aşkına
doldur ayranı
Cemile:
Uzak yolların
vefası mısın
Ak alnımın da sen
cefası mısın
Yaydığım ayranın
kahyası mısın
Anamdan habersiz
vermem ayranı
Aziz:
Bunca yıldır
gurbet elde dururum
Çeker silahımı
seni vururum
Ya ayranı alırım
ya da ölürüm
Gel kız kerem
eyle doldur ayranı
Cemile:
Ayranı atlarıma
yüklerim
Götürür de dağ
başına dökerim
Gurbet elde yârim
vardır beklerim
Ondan başkasına
vermem ayranı
Aziz:
O nedir ki yer
altında paslanmaz
O nedir ki suya
düşer ıslanmaz
O nedir ki etin
kessen seslenmez
Ya bunun cevabın
ya da ayranın
Cemile:
O altındır yer
altında paslanmaz
O güneştir su
altında ıslanmaz
O ölüdür etin
kessen seslenmez
Bilirim bunları
vermem ayranı
Aziz:
Tepsiye koydum da
binliği tozu
Ortadan kaldırdık
hele Aziz’i
Bir kaşık ayranı
ver hala kızı
Hüda’ nın aşkına
doldur ayranı
Cemile:
Tepsiye koydum
binliği tozu
Ortadan kaldırdım
hele Aziz’i
Sana feda ettim
iki ala gözü
Getir kabını da
doldur ayranı
Bilgi: Yaşar
Özürküt
Yorumlar
Yorum Gönder