HALKASIZ KÖLELER!
Gülbahar gelinin öyküsü.
Egenin güzel bir köyündeyiz.
Karaköy.
Bin bir renk çiçeklerin açtığı, semaya uzanan ağaçların üstünde şarkı söyleyen sürü sürü kuşların yaşadığı,güneşin pırıl pırıl parladığı, çeşit çeşit hayvanların barındığı bir dağın yamacında güzeller güzeli Gülbahar isminde bir kız yaşarmış. Her sabah gün doğumunda kalkar huzur ve mutlulukla türküler, şarkılar söylermiş…Kiraz gibi kırmızı dudaklarından tane tane dökülülürmüş her bir nağme.
Gülbahar her sabah uyandığında dağlara bakıp yüreğini bin bir çeşit renkli çiçeklerle nakış nakış işler, güneşin rengiyle sevgisini, umudunun yeşiliyle hayallerini süsler, şırıl şırıl akan sulara, esen rüzgarlara bakıp bakıp sevinç ışıltıları serpermiş gözlerinden…
Karaköy’ün doğası insanlar tarafından kirletilmemiş, bozulmamış; yalanın, riyakarlığın, hiç uğramadığı bir yermiş... Gülbahar’ın yüreğinde taşıdığı sevgi yeryüzündeki çiçeklerin renkleri gibiymiş… Baharın ılıklığı, nisanın ayının yağmurları, masumluğun sultanı, suların temizliği Gülbahar ‘ın güzelliği…
Mart ayının ilk günlerinde doğmuş Gülbahar… Baharın ilk ılık güneşi değdi mi narin yüzüne, uyanıverirmiş tüm doğadaki çiçekler...
Sert esen rüzgarlar inzivaya çekildiğinde, Mart ayının ılık ılık esintileri sararmış ince belini Gülbahar’ın. incecikmiş her şeyi. Yüreği de beli de…Sedef gibi teni varmış. Güneşin ışınları sanki dans edermiş saçlarında. Ceylan gibi seke seke yürür, badem gözleriyle etrafına neşe saçarmış.
Bir sabah erken tarlaya giderken, hiç beklemediği bir anda karşısına genç bir yiğit çıkıvermiş. Gülbahar Sevdalanmış hemen bu yiğide. Sonraki günlerde sık sık buluşmuşlar… Gülbahar aşkından duramaz olmuş bırakmış kendini kollarına genç yiğidin hiç bir kötülük düşünmeden, başlamış rüyalarda yaşamaya...
Dağları,çiçekleri, kuşları, akar suların şırıltılarını bırakıp gece gündüz genç yiğidin hayaliyle yaşamaya başlamış... Sevdası umman kadar büyük; yüreği kadar da masum ve temizmiş... Sonra aşkını açmış büyüklerine Gülbahar. Hoş karşılamışlar kızlarının sevdasını ana baba evlenmelerine izin vermişler... Davul zurna eşliğinde düğün olmuş, halaylar çekilmiş, inlemiş Karaköy’ün dağı taşı...
Bir gün doğumu vaktinde uyandığında canı gibi sevdiği yokmuş yanında. Yüreğinden bir parça eksilmiş gibi irkilmiş Gülbahar.
O canının yongası bir tanesi, çok sevip bağlandığı adam, kendisinin başka bir köyde sevdiğinin olduğunu, her şeyi unutmasını isteyen bir mektup bırakarak gitmiş... Oysa o aynı adam her sabah uyanır uyanmaz, veya gece yatmadan önce; “sen dünya güzeli, benim tek varlığım, seni ölümüne seviyorum” dermiş Gülbahar’ın gözlerinin içine bakarak... O zaman bütün dünya, Gülbahar ‘ın olurmuş...
Oysa dünyada ki; tek güzel Gülbahar değilmiş. Her köyde kandırılacak dünya güzeli Gülbahar bulunurmuş yalancılar, sahtekarlar için...
O gün çok ağlamış Gülbahar, siyah siyah pınarlar akmış gözlerinden. Ceylan gibi kara kara gözleri o gün ilk kez üzgün bakmış dağlara tepelere... Aylarca ağlamış, belki pişman olur döner umuduyla uçan kuştan, esen yelden haber beklemiş, üzgün üzgün,dalgın dalgın bakmış akar sulara... Ama ne gelen olmuş ne de giden...
Mutluluğu sevinci parça parça olmuş. Yüreği daraldıkça çıkıp dağların en tepesine yankılı yankılı kayalara haykırmış içindeki kor ateşi... Bazen kuru bir sonbahar yaprağı gibi, içi kanamış her baktığında dağların doruklarına... Ceylan karası gözlerinden akan damlalar bir ırmak gibi süzülerek dağlardan ovalara yayılmış... Kanadı kırık bir kuş gibi uçmak istemiş gök mavisi gökyüzüne ama uçamamış...
Pembe düşlerini önüne katıp götürmüş yüreğindeki esen fırtına, geride bir kırık yürek, karanlık gecelere saklı birkaç tebessüm kalmış.
Bir Eylül çiçeği gibi solmuş günden güne Gülbahar. Derin ırmaklar çağlamış her ağladığında… Sevdanın kor yangını düşmüş sol yanına bir kez…
Bir zamanlar tanyeri ağarırken güneşin sarı ışığı yamaçlara vurduğunda, rüzgarlar şarkısını, dağlar, ımaklar, kayalar Gülbahar’ın yüreğinde söylermiş. Bir ağacın gövdesindeki yaprağa sığınırmış üşümemek için Gülbahar... Ama artık suskunmuş Karaköy’de her şey…
Bir gece çıkmış dalara. Yağmurun gözyaşlarına karıştığı bir gece dönmüş yüzünü gökyüzüne ve bırakmış kendini kayalardan aşağıya Gülbahar...
Yalancıların, sahtekarların, üç kağıtçıların, acıların var olduğu bir dünyada yaşamak istememiş...
Bütün dağlar, ağaçlar, çiçekler, uykudaki kuşlar bile kendi dillerince konuşmuş, üzüntülerini haykırmış, feryat edip ağlamışlar… Rüzgarlar, yağmurlar bile ağlamış. Bir tek ağaçlar dallarını eğip susmuş Karaköy’de… Yüreğini açıp ses etmemişler… Suskun kalıp saklamışlar sırlarını, sevgilerini söyleyemeyecekleri kadar çok şey anlatmışlar dağlara… Yapraklarıyla, Gülbahar’ı sarıp sarmalayıp saklamışlar herkesten.
Bu yüzdendir ki; Karaköy’de bütün ağaçların dalları bükükmüş… Hep asil, narin, ince, suskun dururmuş…
Sonra aradan uzun zaman geçmiş.
Ana babanın gözyaşları katılaşmış, çiçekler kokusunu ve rengini yitirmiş, o güzelim dağlar zalimlere esir düşmüş... Kayalar ağlamaya devam etmiş her gece... Ay ve yıldızlar doğmamış bir daha o Karaköy’ün üstüne. Kuşlar ne uçmuş ne de ötmüş. Her gece, zifiri karanlıkta rüzgar esmiş çığlık çığlığa. O gün bu gündür yüreklerdeki yangınlık hiç sönmemiş.
O günden bu yana sevginin, masumluğun, aldatılmanın, temizliğin timsali olarak, Gülbahar konuşulurmuş oralarda. Kimi kez onu kayaların üstünde sevdiğine seslenirken geyiklerin içinde görüldüğünü söylerlermiş, kimileri bir ırmak başında geyiklere su içirirken.
Bütün insanlık yok olmuş, yalan olmuş, rüya olmuş ama o hep var olmuş.
Dünya döndükçe de var olacak Karaköy’ün ceylan bakışlı Gülbahar’ı...
İşte böyle başlamış böyle bitmiş , böyle anlatılmış yıllar yıllı bu AŞK masalı...
Betül ERDOĞAN
Yorumlar
Yorum Gönder