KAN DAVASI (HALKASIZ KÖLELER)
O gün farklıydı.
Hem güzel hem kötüydü.
Unutulmazdı.
O gece çektiğim sıkıntılar ve yaşadıklarım aklımdan hiç çıkmıyor; çıkmayacak da.
O gün benim ölüm gecemdi.
Hiç bir ölüme benzemeyen en şiddetli bir ölüm olacaktı.
Oldu da; acısı da şiddeti kadar büyüktü.
Ölümün, kapıma kadar sessizce hissettirmeden geldiğini sonradan anladım.
Düşünürken, olayları tartarken, ordan burdan alıp birbirine eklerken...
Yanı başıma kadar sokulmuştu.
Sonrasında duyduğum sesler olmasa hep sessiz kaldı diyecektim, ama kalamadı.
Seslere tepkimi bildiğinden olacak, en kötüsünü çıkardı.
Yatağımdan fırlatacak kadar kötüsünü. Sessiz olabilseydi uyumayı sürdürürdüm. O kadar uykusuzdum ki uyanamazdım.
+++
Beni çocuk denecek yaşta everdiler. Gelinliğim sadece üç ay sürdü.
Eşim kan davası yüzünden öldürüldü.
Hani bir türkü vardır Yozgat yöresinden.
“Ham meyvayı kopardılar dalından
beni ayırdılar nazlı yarimden
eğer yarim tutmaz ise salımdan
onun içün kapanmıyor gözlerim
+
uzun olur gemilerin direği
yanık olur aşıkların/gariplerin yüreği aah
ne ben gelin oldum ne sen güveyi
onun içün kapanmıyor gözlerim”
+++
Zorla evlendirilmiştim ama sevmiştim eşimi.
++++++++++
Kan davası bitmez bizim buralarda.
Benim eşimi öldüreni de, yaşı küçük olan kayın biraderim öldürdü.
Ben eşim öldükten sonra bir aylık hamile olduğumu öğrendim ebe nineden.
İşte o gün başladı içimdeki sızı.
“Ya, doğacak yavruma kıyarlarsa?”
+++
Sıradan bir Eylül ayı.
Güneş var ama hava yağmurlu. Ilık ılık akıyor yağmur taneleri toprak üstüne.
Yağmuru çok severim ben. Sanki benim dostum gibi.
Yere düşen her yağmur damlası bana gözyaşlarımı hatırlatır bir de kara toprağa verdiğim yiğidimi.
Yağmur olmadan yaşayamayacağımı düşünürüm.
Ama o gece durum çok farklıydı.
Yağmurlu gece güzellikten uzaktı. Sanki havanın rutubeti soluğumu kesiyor, canımı acıtıyordu.
Sıkıntı kapladı içimi. Başkaları olsa böyle bir havada yatar uyur.
Halbuki günlerdir uykusuzdum.
Tek isteğim beynime yer eden korkunç düşüncelerden uzaklaşmak, eski gücüme kavuşmak.
Karnımda gururla taşıdığım bebem kıpırdanmaya başladı.
“Ya, şöyle olursa, ya, böyle olursa?” kuruntusu beni terk etmiyor hiç.
“Allahım sen bana yardım et onu koru.”Diyorum sürekli.
+++
Bebem bir akşam üzeri dünyaya geldi.
Babasının yüzünü taşıyarak.
Onu korumak ister gibi sımsıkı sardım göğsüme bastırdım.
+++
Bebem yanımda yatıyoruz.
Daldım dalacağım.
Hani yaşarsınız da yaşadığınızı anlayamazsınız, öyle bir durumdaydım.
Doğumuma kadar mutlu olmasam da yeniden yaşamama vesile olan bir bebem vardı.
Onunla bir tad almıştım hayattan.
Uyumak istemiyordum hiç.
“Bebem, benim minik bebem! Ya sana bir şey yaparlarsa? Ya baban gibi seni de elimden alırlarsa?
+++
Uykuyla, uyanık arasındayım.
Bebeme süt vermem lazım.
Fırlayıp oturdum yatak üstüne.
Sanki odada birisi var.
Haince bize yaklaşan.
+++
Sonrası yok, hatırlamıyorum.
Uyku mu beni esir almıştı?
Almaması için neden de yoktu zaten.
Bebem dünyaya gelecek diye yarı korku yarı heyecan günlerce uyumadım.
Sanki her tarafıma iğneler batıyor gibi.
+++
İtişe, kakışa çekiştim.
Sonra; yaşadığım dünya ile bağlarımı kopardım başka bir dünyaya geçtim.
Ben öldüm!
Ölmesem unutamazdım.
+++
O gün farklıydı.
Hem güzel hem kötüydü.
Unutulmazdı.
+++
Yaşamım boyunca da, aklımdan çıkmayacaktı.
Ölüm hiçbir şeyi çözmüyor, çözemiyor.
Ben unutsam de eski düşmanım unutmamış karşıma dikilmişti.
Zaten o günü unutulmaz yapan da oydu.
Şimdi;
Uyuyorum, uykuların en derin kuyusunda!..
Kıyamet gününe kadar da uyanmak istemiyorum.
Betül ERDOĞAN
Yorumlar
Yorum Gönder