ZALHE...


Güneydoğuda ücra bir köyde yaşıyordu Zalhe. Babasının üç tane eşi, bir de isimlerini hep karıştırdığı 21 kardeşi vardı.
Evlerinde, kazanlarla yemek pişerdi. Anası ve analıkları her gün bir fırın ekmek yaparlardı. Kim, kimin ne yaptığını bu kadar kalabalıkta hiç bilmezdi.
Zalhe, kızların en büyüğüydü. Okumamıştı. Okula gitmesi ancak çevre köylerde mümkün olacaktı babası bu yüzden okutmadı.
Hem ne olacaktı ki, biraz serpildi mi everirdi o kadar.
Zalhe anlatmaya başladı:
"Onüçüme basmamıştım henüz. Bir akşam babam eve geldiğinde, beni 2500 tl. karşılığında, 70 yaşında bir adama verdiğini söyledi.
O günün sonrasında, o yaşlı adamın iki karısının daha olduğunu öğrendim.
Çok isyan ettim ama evimizin  kalabalığında sesimi duyan olmadı. Bir boğaz eksilir diye düşündüler herhalde. Beni mal gibi sattıkları yetmiyormuş gibi ilgisiz bir şekilde kendi başıma kala kalmıştım.
Kısa zamanda, üç-beş insan toplandı ellerime ayaklarıma kına yaktılar kırmızı bir elbise giydirip, kırmızı bir yazmayı başıma örtüp beni davulsuz-zurnasız yetmişlik yaşlı adamın evine gönderdiler.
Onun evi de kalabalıktı. Sanki bütün gözler beni üzerimdeydi. İlk şaşkınlığım geçince ağlamaya başladım.
Akşam ezanından sonra; eşlerinden birisi gelip beni hazırladı. Yani yatak odasına götürüp ne yapmam gerektiğini anlattı. 
"İnşallah odaya girmeden ölür!" diye dua etmeye başladım. Ama ölmedi odaya sırıtarak girdi. Sanki ağzından salyalar akıyordu. Küçücük bedenime hayvan gibi saldırdı. Acıların en büyüğünü yaşadım ve ondan iğrendim.
Ona, çocuklarıyla birlikte ben de "baba" diyordum. Defalarca bu yüzden beni dövdü. Bir gün canımın acısıyla, "babam değil, dedemsin sen benim" dedim ve dayağın en şiddetlisini o gün yedim.
Kumalardan birisi beni sürekli uyararak, ismiyle hitap etmemi istiyordu. Ben de inatla demiyordum ve ona artık "şişşşşt" diye sesleniyordum.
Allah biliyor, beni gelin ettiklerinde  sokakta oyun oynuyordum. Şimdi de oynamak istiyordum. O pis yaşlı adamın yatağında yatmak istemiyordum. Onun çocuklarına veya eşlerine hizmet  etmek te istemiyordum.
Derken bir mucize oldu ve yaşlı koca aniden ölüverdi. Eşleri feryat-figan ederlerken ben odamda göbek atıyordum.
Kırkı çıkar çıkmaz baba ocağına döndüm. Beni hiç birisi istemedi. Gene yalnız gene mutsuzdum. Geceleri sabaha kadar ağlıyor gün doğarken uykuya dalıyordum. 
Kaderim değişmedi. Ne derler? "Yastık değişir, yazgı değişmez!"
Babam beni gene haberim olmadan çocuklu bir adama verdi. Yaşım onbeş bile olmamıştı. Çocuk gelinliğim devam edecekti.
Ama bu sefer kuma yoktu ve adam otuz yaşlarındaydı iki çocuğu vardı eşi ölmüştü. Çocuk ruhumla eşinin olmamasına  şükür ettim.
Bana çok iyi davrandı. "Küçük hanım" diye seslenirdi hep. Ondan korkmadığım için ben de onu sevdim çocuklarıyla bir arkadaş gibi oldum oyunlar oynadım.
Bir yıl sonra ben de çocuk doğurdum. Çocuğa nasıl bakılır hiç bilmiyordum. Akrabalarından bir yaşlı kadını yanımıza aldı eşim ve bana çocuk nasıl bakılır öğretti. Çocuğumuz yavaş-yavaş büyüdü, onun çocuklarıyla birlikte mutlu huzurlu bir aile olduk.
Şu an onbeş yıllık evliyim. Babamlara hiç gitmedim arayıp sormadım.
Bana çocukluğumu yaşatmayan, beni en çaresiz olduğum bir dönemde yalnız bırakan aileme karşı kırgınlığım hiç dinmedi.
Kızımızı okutacağız. Bunu bana eşim söyledi. Kendi çocuklarını da okutuyor. 
Çocuk yaşta evlendirilen "çocuk gelinler" arasında, sonraki hayatı güzel olan şanslı insanlardan birisiyim. Allah eşimden razı olsun." Deyip öyküsünü bitirdi.

Betül Erdoğan

Yorumlar

Popüler Yayınlar