Ben De Gittim Bir Geyiğin Avına (Alageyik)
Ben de gittim bir
geyiğin avına,
Geyik çekti beni
kendi dağına,
Tövbeler tövbesi
geyik avına,
Gidin arkadaşlar
kaldım kayada,
Siz gidin
kardaşlar kaldım burada.
Bazı
türkülerimizin öykülerini okurken bile insanın
isyan edesi geliyor. Bu Alageyik türküsünün
öyküsünü okurken,
"tövbe Yarabbi tövbe bizleri affet!" diye içten içe haykırdım.
Avcılık yapmak neden insanlara bu kadar keyif verir bunu da anlamış değilim.
Yüksek dağların
dorukları, kırların yeşili, havanın temizliği, akar suların şırıltısı,ağaçların
taa, doruklara eriştiği, hayvanların zıp
zıp zıpladığı, kuşların uçuştuğu Torosların en tepeleri, avlanmak için ne kadar
da uygundu Halil için.
Türkümüzün öyküsü
de Toroslarda geçer. Hele bir Gavurdağı vardır ki, Allah korusun herkesi. Dağ,
dağ değil zulüm kalesi sanki. Aşağıdan
bakarsın sipsivri bir tepe. Sağa bakarsın dağ; sola bakarsın dağ.
Sipsivri Gavurdağı'nı geçmek isteyenler çok zorluklar çeker. Bir yanından
gidilir dağın; döne döne tepesine çıkılır. Çıkılırda, dönmesi de ayrı bir
zordur. Döne döne inilir tepe aşağı doğru. Sağı uçurum, solu uçurum. Sivri
sivri tehlikeli kayalar var sağlı sollu. Aşağıya bakamaz insan başı döner.
Eline bir taş alıp atsan aşağı, un ufak olur yar dibinde dağılır kalır.
Bir dağda keklik
olur, ceren olur, geyik olur da, avcılar el atmaz olur mu oraya? Kar kış ve
adım başı bir uçurum olsa, avcı avcılığını yapar. Düşer avlanmanın peşine.
Düşer de; eğer avcı gerdeğe girecek bir gençse; eğer nişanlısı onu gerdek
odasında bekliyorsa, biraz dikkatli olmalı değil mi? Ne gezer. Eğer öyle
düşünseydi, günümüze kadar gelen "Alageyik Efsanesi", dilden dile
dolaşmaz, gönülden gönüle bir burukluk bir sızı bırakmazdı.
Halil, fidan gibi
bir genç. Bir de nişancı ki deme gitsin. İşi gücü geyikler Halil'in. Alır
tüfeğini omzuna, ver elini Gavur Dağları. Bir gün değil beş gün değil. Bir
hafta, on gün dağda kaldığı oluyor genç Halil'in.
Geride bir anası, bir de yavuklusu var. Bir yavuklu ki, melek gibi. Halil'e de
çok bağlı. Çok korkuyor Halil dağa gidince gelmeyecek diye. Anası derseniz,
hepten karşı Halil'in geyik avına gitmesine. Ne zaman ki Halil azığını
hazırlayıp atına yükler, anası yapışır yularına atın. "Ey oğlum ey oğul.
Gel vaz geç şu geyik avından. Can yakanın canı yanar. İflah olmazsın. Sonun iyi
olmaz. Gel vaz geç ne olur. Bak baban da bu yüzden iflah olmadı. Ne yapacaksın
bunca geyik postunu? Yüreğim razı olmuyor. Atalarımız geyik avı iyi değil
demiş. Bugün olmazsa; yarın bir iş gelir geyik avlayanın başına. Kurbanın
olayım oğul, bırak bu işi".
Halil ne yapsın
tutkun ava. Hiç durur mu? Atlar atına atlar da, anasını da kırmaya gönlü razı
olmaz. "Ana, bu son bir daha söz olsun geyik avına gitmek yok."
Bakıyor olacağı yok, ardından seslenir anası. "Oğul oğul. Mademki inat
ediyorsun. Bari yavru geyiklere, yavrulu geyiklere kurşun atma. Yuvalarını
yıkıp, öksüz koyma."
Bir yanda anası,
bir yanda Zeynep. Ne kadar yalvarsalar da boş. Halil'i caydıramazlar geyik
avından. Her seferinde "Bu son, tövbeler
olsun artık geyik avına" der, sonra yine gider Halil. Hele iyi bir avlanıp,
yüklendi mi sırtına geyikleri, kınalı keklikleri; deyme keyfine. Köyün orta
yerinde bir ateş yakarlar. Bir ateş ki, dumanı göklere çıkar. Ne zaman ki alev
biter, köz olur odun; atarlar geyikleri üstüne, bir şenlik, bir şölen, bayram
havası sanki. Tüm köylü beraber olup, çevirirler ateşin etrafını. Güle eğlene yerler geyik
etlerini. Yerlerken de Halil'in avcılığını överler. "Bravo gardaş. Şu koca
Çukur'da yoktur senin gibisi" derler. Bazıları da, "Zeynep sana helal
olsun. İyi avcı olduğun ondan da belli" diyerek tebrik ederler Halil'i.
Her zaman da rast
gitmez Halil'in işi. Gün gelir, dağ bayır dolaşır da, bir tek geyik vuramaz.
Hele bir Alageyik var ki, aman aman deymeyin gitsin!
Ne zaman bu
Alageyik çıksa karşısına, o gün av yapamaz Halil. Alageyik dersen bir başka
geyik. Kurnaz mı kurnaz , çevik mi çevik. Canlı kanlı bir Alageyik. Çıkar bir
kayanın başına, "gel beni vur" der gibi bakar Halil'e. Halil'de yatar sipere. Tam nişan alır
geyiğe, vurmaya kalmadan geyik kayıp! Bir de bakar ki, arkadaki kayaya geçip
saklanmış Alageyik. Olduğu yerde döner
Halil sürünerek yaklaşır. Sipere yatar. Ama ne mümkün! Kayalardan
kayalara zıplar da zıplar sonunda kaybolur Alageyik. Halil ordan oraya kovalar
Alageyiği. Sonunda bitap düşer, uzanır bir ağaç dibine. Sözün kısası, Alageyiğe
rastladığı gün tek kurşun atamadan döner Halil.
Böyle günlerde,
geyikler üstüne duyduklarını düşler bir bir. Bazı geyikler tekin değillermiş
Cinler, periler geyik kılığına girer de dağdan dağa koştururmuş avcıları.
Alageyiğe rastladığı gün Halil bu geyiğin de tekin olmadığını geçirir içinden.
Birden bırakmayı düşünür avcılığı. Bırakmayı düşünür de, av tutkusu kor mu
tüfeğini duvara asabilsin. Alageyiğin tekin olmadığına inanır aslında. İnanmasına
inanır ama, rastladığı zaman da koşup kovalamaktan geri durmaz. Öndeki kayadan
kaybedip, arkadaki kayadan görünce Alageyiği, iyiden inanır onun tekin
olmadığına. Zeynep'in yalvarmalarını en
çok böylesi durumlarda hatırlar. Ve söylenir kendi kendine "Hele bir düğünümüz
olsun bırakırım avı. Zaten bu geyikler de tuhaf yaratıklar. Anlamadım
gitti."
Sonra; günlerden
bir gün Halil yine tüfeği omzunda, atının sırtında tırmanmış yüksek kayalara.
Bir de ne görsün, tam karşısındaki kayanın üstünde duruyor Alageyik. Yanında da
minicik bir yavru. Bir yavru ki, daha boynuzları çıkmamış. Tüyleri ışıl ışıl,
pırıl pırıl. Ürkek ürkek bakıyor.
Halil durur mu, dar
atmış kendini attan aşağı. Siper almış basmış tetiğe. Minik yavru debelenmeye
başlamış. Tüfeğini Alageyiğe çevirmiş Halil bu kez. Çevirmesine çevirmiş ama
Alageyik zıplayıp yok olmuş birden. Gitmiş, sırtlamış yavru geyiği, dönmüş
köyüne övünçle. Dönmüş ya, anası açmış ağzını, yummuş gözünü. "Anayı
yavrudan ayıran iflah olmaz. Bu son olsun, vazgeç oğul" diye yeniden yalvarmış.
Ne derse boş! Olan olmuş. Halil de pişmanlık duymuş o an aslında. Ama ne gelir
elden. Bu efsaneyi anlatanlar der ki, Halil epey bir zaman ava gidememiş. Ta
ki, düğün olacağı geceye kadar. Davulların, zurnaların eşliğinde gerdeğe
girdiği geceye kadar, tüfeğine el sürmemiş Halil. Sürmemiş ama gözü gönlü dağlarda. Kulakları hep geyik
sesinde. İlk isteği, Zeynep'ine kavuşmak, ikincisi de geyik avı. Bu iki özlem
öylesine karışır ki bazen, koparıp atamaz birbirinden ayıramaz. Ve düğün günü gelir kapıya dayanır. Dayanır
ki, bir yanda davullar zurnalar; öte yanda saz söz. Günler geceler boyu sürer
düğün. Erkekler bir yanda halay çekerken; kadınlar da kendi aralarında
eğleniyorlar. Maniler türküler söyleyip,
oyunlar oynuyorlar. Önceden taşınıp hazırlanan odunlar, gece yığılır köy meydanına... Bir
ateş yakılır; sinsin ateşi. Sonra da sinsin oynanır etrafında ateşin, güreşler
tutulur herkes eğlenir doyasıya.
Düğünün son
akşamı, güvey tıraşı yapılır. Ağır ağır tıraş eder güveyi berber. Bir yandan da
çalgılar çalınır güvey tıraş edilirken.
Güveyin tıraşından sonra, sağdıçlar oturur berber koltuğuna. Onların tıraşı da
törenle tamamlanır. Sonra güvey sağdıçların arasına girer düşer yola. Bir yandan da gençler "Atalım
atalım" çeker. Karşıdan "Nereye?" diye sorarlar "Sevdiğinin
kucağına" diye yanıtlarlar. Hep birden silahlar çekilir, havaya kurşunlar
atılır. Evin kapısına gidene kadar böyle sürer bu. Sonra Halil'in sırtı
yumruklanır, salarlar içeriye. Gerdek odasının kapısında al kumaştan yapılmış,
simlerle işlenmiş duvağıyla Zeynep
ayakta beklemektedir Halil'i. Halil girer gerdek odasına; girer ya kulaklarında
bir uğultu başlar. Bir tek ses geliyor kulaklarına, geyik sesi! Hem de evin
yanından geliyor gibi. Halil durur kulak kabartır sesin geldiği yöne. Basbaya
geyik sesi bu. İki günlük yoldan duysa, tanır geyik sesini Halil. Öylece durur.
Atar adımını içeriye ama daha fazla gelmeye başlar geyik sesi. Dayanamaz,
duvardaki tüfeğini kaptığı gibi fırlar dışarı. Zeynep'e de "şimdi gelirim"
der. Ses şimdi uzaktan gelmeye başlar.
Halil sesin peşinden gider. Ses Gavur Dağları'na doğru çekilirde çekilir. Halil
de peşinde. O gider ses uzaklaşır. Önlü arkalı gide gide Gavurun Dağı'na ulaşırlar. Ulaşırlar ki, ne
görsün Halil. Alageyik çıkmış bir kayanın üstüne, bakıyor Halil'e. Ayın ışığıda
vurmuş pırıl pırıl parlıyor derisi. Bir
de alay eder gibi bakıyor ki Halil'e. Siper alır Halil nişanlar tüfeğini. Tam
tetiğe basacakken, fırlayıverir Alageyik. Kayıp! Sonra yeniden sesi gelir
yakından. Bakar ki çıkmış bir kayanın tepesine Alageyik. Kaya da kaya hani üç
bir yanı uçurum. Gözü kararır Halil'in. Uçurumu görecek durumda değildir. Yeniden
nişan alır basar tetiğe. Alageyik yığılır kalır kayanın üstüne. Halil'de bir
heyecan, bir sevinç. "Hem Zeynep'e kavuştum, hem de Alageyiğe", diye
geçirir içinden. Koşarak geyiğin yattığı kayaya yönelir. Tam yanına gelir
Alageyiğin, elini uzatıp tutmak ister ama
Alageyik fırlayıverir ayağa. Fırlamasıyla da çifteyi sallaması bir olur
Halil'e. Tüfek bir yana, Halil bir yana boylar uçurumun dibini.
Zavallı gelin
Zeynep, gerdek odasında bekler, bekler,
bakar geleceği yok Halil'in. Koşar tüfeğin asılı olduğu duvara bakar. Bakır ki,
tüfeğin yerinde yeller esiyor. Fırlar allı-simli duvağıyla dışarı Zeynep.
Fırlar da anlatır durumu sağdıçlara. Herkeste bir merak, bir telaş başlar.
Nerdeyse gün ağaracak, Halil yok ortalıkta. "Gerdek gecesi güvey nereye
gider, nerede kalır? Mutlaka başına bir iş geldi" derler. Köy gençleri toplanıp
gruplar halinde düşerler dağ yoluna. Şu tepe senin, bu tepe benim.
Sonradan anlatmışlar
ki, köy gençleri ve al duvaklı gelin Zeynep, Halil'in düştüğü uçurumun kenarına
ulaştıklarında, Halil'in sesi bir inilti gibi geliyordu uçurumun dibinden.
"İp salalım yukarı çekelim “derler. Demeye kalmaz ses seda kesilir
Halil'de. Zeynep bir al duvağına bakar, bir uçurumun dibinde yatan Halil'e.
"Ben sensiz yaşayamam” der, bırakır kendini Halil'in yattığı uçurumun
dibine.
O günden sonra,
sürekli bir ses gelir kayalıklardan.
Uğuldar uğuldar bir türkü olur kulaklara. Bu ses geyik avına tövbe eden
Halil'in yanık sesidir derler duyanlar.
Bu efsane olmuş
olayı, dilden dile kulaktan kulağa
ulaştıranlar bir şey daha derler. Uçurumun dibindeki iki eşin mezarlarının
üstünde, her yıl ilkbahar da, aynı günlerde, tam seher vakti tanyeri ağarırken
iki tek çiçek açar. Bu çiçeğin biri kırmızı, duvak renginde, öteki mavi açar.
Tam çiçekler boylanıp, birbirine kavuşacakken, ötelerden bir geyik uçarak
gelir, çiçekleri yer. Bu her yıl böyle sürer gider. Çiçekler kavuşamaz
birbirine.
ALAGEYİK
Ben de gittim bir
geyiğin avına,
Geyik çekti beni
kendi dağına,
Tövbeler tövbesi
geyik avına.
Gidin arkadaşlar
kaldım kayada,
Siz gidin
yoldaşlar kaldım burada
Ben giderken kaya
başı kar idi,
Yel vurdu da
ılgıt ılgıt eridi,
Ak bilekler taş
üstünde çürüdü,
Gidin arkadaşlar
kaldım kayada,
Siz gidin
yoldaşlar kaldım burada.
Esvabım bohçada
basılı kaldı,
Tüfeğim duvarda
asılı kaldı,
Nişanlım da
benden küsülü kaldı,
Gidin arkadaşlar
kaldım kayada, Siz gidin yoldaşlar kaldım burada.
Bilgi:
Yaşar Özürküt
Türkü Öyküleriyle
Yorumlar
Yorum Gönder