Sefil Baykuş




Hani  bülbül olup şakıyan; aşkı bakışlardan okuyan dillerin hani?.. Hey gidi hey!  On beş yaşının Suna'sı! Kara toprağa girecek yaş mı bu?

Gidip  türküye sorsan  "Hey türkü nedir bu Sefil Baykuş öyküsü? Neyin nesi kimin kızı bu Suna?..” Türkü dile gelir, anlatır öyküyü.

Recep diye bir yiğit vardı, Kars'ın Kağızman'ında Recep'in babası da ağa dede adlı bir rençberdi. Oğlu Recep’in  okuma-yazma yaşına gelince, Hafız Lütfi Efendi'ye gönderdi onu. Eskiden okul yoktu ki, varsa yoksa medreseler. Recep, gözlerini Hafız Lütfi Efendi'nin medresesinde açtı. Sesi güzel olduğundan hocası onu çok seviyordu. Recep on iki yaşına geldiğinde, medresede ders vermeye başladı. Öğrenciler arasında kızlar da var. Hele bunların arasında emmi kızı Suna var ki, bir afet... Suna da onun yaşlarında, küçücük daha. Ama, Recep'in ilgisini anlıyor.Kendisi de boş değil Recep'e. Recep derseniz günden güne  sevdalanıyor Suna'ya. Uykusuz geceler geçirmeye başlıyor. Medreseyi bırakıp, dağlara çıkıyor. Elinde sazı, çalıp söylüyor. Söylediği yaktığı türküler de hep Suna'sı için. Derken, meseleyi  Recep'in babası öğreniyor. Babası akıllı adam…Varıp Suna’ nın babasıyle konuşuyor. "Kardeşim durum böyle böyle bizim oğlan deli divane olup dağlara düştü. Suna der  başka bir şey demez... Gel, evlendirelim çocukları." diyor.

Suna'nın babası dinler kardeşini. Sonra da; "İyi ya kardeşim. Ablası Anşa evdeyken, Suna'yı nasıl veririm. Herkes ne der? Büyük dururken, küçüğünü verdi. Törelere karşı geldi demezler mi? Suna yerine, Anşa olsun" der. Recep'in babası ilkin karşı çıkar, sonra da; "Delikanlıdır çabuk unutur. EI kızı alacağına, Anşa olsun" der. Eee  töreler böyle. Emmioğlu, emmi kızıyla evlenecek. İlkin büyüğü gelin olacak. Kim ne der. Haber Recep'in kulağına tez gider... Ama, ağzını açıp  babasının kararına karşı gelmek ne haddine.., Suna dersen, olanlardan habersiz. Ona kalsa, ömür boyu bekleyecek Recep'i. "Ablam evlenir giderse sıra bana gelir. Bende Recep'e varırım" diyor Suna.  Ama, alınan kararı öğrenince iki gözü, iki çeşme Suna'cığın.  Gizli gizli ağlıyor. "Recep beni istiyor, ben de Recep'i" dese, kim dinler? Üstelik herkese rezil olur. Ailesinin yüzüne bakamaz. Boynu büküp bekliyor.


Sonrasında, Recep'le Anşa'nın düğünü yapılıyor. Evlenip çekiliyorlar evlerine. Ama, Recep'in gönlü hep Suna diyor. Kimseye belli etmiyor acısını. Sevdasını türkülerle döküyor, dertli dertli çalıp, türküler yakıyor Suna'ya. Gece gündüz, dağları ovaları dolaşıp duruyor. Medreseyi ve hafızlığı bırakıyor... Bir tek "Hıfzı" takma adı kalıyor hafızlığından. Türküleri de dilden dile dolaşıyor.  Herkes birbirine anlatıyor. Kağızman'lı Hıfzı'nın türkülerini.

Suna derseniz içine kapanmış. Ablasına gittiğinde görüyor Hıfzı'yı. O kadar!.. Her gidişinde de dertlenip dönüyor eve. İçine atıyor hep acısını. Hıfzı, Suna'yı alsa kaçsa; töreler! Ah, o töreler!.. Bakıyor ki, olacağı yok, Suna’ sız yaşamak zor, çareyi gurbette arıyor. "Alıp başımı giderim. Belki unuturum. Gözden ırak olan, gönülden de olurmuş" diye gurbete çıkıyor. "Babasına da, ben Anşa'yı alıp gurbete gidiyorum. Üç-beş kuruş biriktirir döneriz" diyor. Kimse de karşı koyamıyor. Şura senin, bura benim derken; Çukurova'ya varıyorlar. Toprağı bereketlidir Çukurova'nın. Gidip bir çiftliğe yerleşiyorlar. Ufak tefek ev ve tarla işlerine bakıyorlar çiftliğin. Geçinip gidiyorlar. İyi hoş ama, Suna aklından bir türlü çıkmıyor Hıfzı'nın. “Unuturum!” Diye çıktığı gurbet, daha çok acıtıyor içini. Gündüz hayalinde, gece rüyalarında. Derdini bir tek kavalına anlatıyor. Anşa  ise hiç bir şey anlamıyor. Ağzını açıp bir çift laf etmiyor Hıfzı'ya. İki yabancı gibiler evde. Bunlar böyleyken, acaba Suna ne yapıyor? Ne durumdadır?

Haberi Suna'dan verelim.

Hıfzı Kağızman'dan çıkıp gurbete gidince, Suna'nın içini de kurtlar kemirdi. Gün geçtikçe erimeye başladı Suna. Yanaklarındaki on beş yaşın pembeliği gitti, yerine sapsarı bir yüz geldi. Kimse çare olamadı Suna'nın derdine. Yaşlılardan bazıları ancak evlenirse iyileşir bu, diyor. Talibi de çok Suna'nın. Babası uygun birini bulup verdi kızını. Kimse de Suna’ya bir şey sormadı. Bir yandan,düğün hazırlığı yapılıyor; öte yandan derdine çare aranıyor Suna'nın. Küt küt öksürüyor, soğuk soğuk terliyor Suna. Kimsenin olmadığı yerlere çekilip gizli gizli ağlıyor.  Bir tek rüyalarında teselli buluyor. Hıfzı'yı görüyor hep. Sonra ılık bir ter basıyor yeniden. Açıyor gözlerini ağlıyor ağlıyor çaresizce.

Yani, uzun sözün kısası; ince hastalık ciğerini yakıp kavuruyor Suna'nın… Her geçen gün eriyip bir deri, bir kemik kalıyor...Beri yandan düğün günü de gelip çatıyor... Davullar, zurnalar, saz, söz… Yeniyor içiliyor. Soğuk şerbetler dağıtılıyor... Gelinlik de çok yakışıyor Suna'ya. Düğün eğlencesinin ikinci gecesinde Suna yataklara düşüyor… Bakıyorlar olmayacak, erteliyorlar düğünü. Suna'nın son yatağa düşüşü oluyor bu. Bir daha çıkamıyor yataktan. Hıfzı'nın adını sayıklaya sayıklaya, son nefesini veriyor. Evin şenliği, yasa dönüyor. Gelinlik elbiseleriyle koyuyorlar mezara Suna'yı. Başına da "Muradına ermemiş gelin" diye yazıyorlar.

Suna kızın son nefesini verdiği gece, Hıfzı sabaha kadar sıkıntıdan uyuyamıyor. Kan ter içinde dönüp duruyor yatağında. Düşlerinde Suna'yı görüyor. "tez gel" diye yalvarıyor. Gözlerini kapasa Suna, açsa  Suna. Sabahı zor ediyor Hıfzı. Sabah erkenden kalkıp, Anşa'ya: "Tez hazırlan memlekete döneceğiz. Zaten gurbetin hayrı yok. Elimiz görüyor, cebimiz görmüyor. Hasretlik de cabası". Varıp çiftlik sahibine anlatıyor durumu. Tez elden yola çıkıyorlar. Günlerce yol tepip, ulaşıyorlar Kağızman'a. Tez varıp Suna'yı soruyor Hıfzı. Ağlayarak durumu anlatıyor ailesi... Olduğu yere yıkılıyor Hıfzı. Başı ellerinin arasında, saatlerce ağlıyor. Sonra sazını alıp, Suna'nın mezarına gidiyor. Mezar taşına bir baykuş konmuş, figan etmektedir. Bir kenara da Hıfzı çekilir.... Vurur sazın tellerine.

Sefil baykuş ne gezersin bu yerde
Yok mudur vatanın illerin hani
Küsmüş müsün selamımı almazsın
Şeyda bülbül gibi dillerin hani

Ecel tuzağını açamaz mısın
Açıp da içinden kaçamaz mısın
Azat eyleseler uçamaz mısın
Kırık mı kanadın kolların hani

Aç mısın, yok mudur ekmeğin aşın
Odan ne karanlık, yok mu ataşın
Hanidir güveyin, hani yoldaşın
Hani kapın bacan, yolların hani

Kara yerde mor menevşe biter mi
Yaz baharda ishak kuşu öter mi
Bahçede alışan, çölde yatar mı
Uyan garip bülbül güllerin hani

Burda yorgan döşek, yastık var mıdır
Bu geniş dünyada yerin dar mıdır
Dalın tahta duvar, önün yar mıdır
Yeşil başlı Suna'm güllerin hani

Körpe maral idin dağlarımızda
Dolanırdın solu sağlarımızda
Taze fidan idin bağlarımızda
Felek mi budadı dalların hani

Düğününde acı şerbet içildi
Gelinlik esvabın dar mı biçildi
İlikle düğmele göğsün açıldı
N'oldu kemer-beste belleri hani

Alışmış kaşların var mı karası
Ala idi gözlerinin binası
Kocaldın mı on beş yaşın Suna'sı
Yok mudur takatin, hallerin hani

Aç kapıyı emmim kızı gireyim
Hasta mısın halin sual edeyim
Susuz değil misin bir su vereyim
Çaylarda çalkanan seslerin hani

Yatarsın gaflette gamsız kaygusuz
Ninni balam ninni kalma uykusuz
Hem garip hem çıplak, hem aç hem susuz
Felek fukarası malların hani

Her gelip geçtikçe selam vereyim
Nişangah taşına yüzler süreyim
Kaldır nikabını yüzün göreyim
Ne çok sararmışsın alların hani

Civan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
Al giy allı, balam şalların hani

Daha seyrangaha çıkarmaz mısın
Çıkıp da dağlara bakamaz mısın
Kaldırsam ayağa, kalkamaz mısın
Ver bana tutayım ellerin hani

Bir kuzu koyundan, ayrı ki durdu
Yemez mi dağların kuşiyle kurdu
Katardan ayrıldın, şahin mi vurdu
Turnam, teleklerin tellerin hani

Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın
Uyandın da taş yastığa dayandın
Aslı hanım gibi kavruldun yandım
Yeller mi savurdu, küllerin hani

Hıfzı sorar da Suna durur mu? Suna'nın cevabını da şöyle dillendirir halkımız:

Emmioğlu küsmemişim ben senden
Ölüm lal eyledi, dillerim yoktur
Eğdi kametimi, büktü belimi
Kalkamam ayağa hallerim yoktur

Haber edin kuşlar çeksin yasımı
Yuva yapsın püskülümü gesimi
Koymadılar doldurayım tasımı
Havuzdan ayrıldım, sellerim yoktur

Bende Hıfzı gibi tezden uyandım
Uyandım da taş yastığa dayandım
Aslı Hanım gibi, kavruldum yandım
Sam yeli savurdu, küllerim yoktur


Bilgi:www.turkucu.net

Yorumlar

Popüler Yayınlar