Deniz Üstü Köpürü!
Şu Ula'nın
düğünleri de çok farklı olur hani...
Erkekler damat evinde
yiyip içip yan gelirler; gelin kız evinde de eğlence gırla gider. Bağlarda üzüm
toplayan Bahçeler
de sebze çapalayan, tarlalarda tütün kıran kızlar; düğün günü, güzellik
havuzuna batıp çıkmış gibi olurlar.
Düğün fistanlarını giyip, saçlarını tarayan kızlar, huri-melek gibi
oluverirler.
Tef vurulup
cümbüş çaldı mı; kendinizi düğünde değil huriler ülkesinde sanırsınız. Kızlar
salınır da,
meydan güzel
kızları görür.
Bu sebepten,
Datça'lı Durmuş :
Senin oğul kara-mara ama, hayli şirin yahu! diyenlere,
göğsünü gere gere şu karşılığı verir:
-Eeeee, ne olsa
O'nun anası Ula'lıdır...
Demek istiyor ki
Datça'lı Durmuş'un; Ula'nın havası-suyu baştan sona güzellik!
Bundan olacak,
Ula köylüklerinin köylüleri oğullarını ortaokulda okusun diye,
kızlarını yorgan
-dikiş öğrensin diye Ula'ya yollamanın yolunu ararlar.
Çaydere'li Osman,
dayısının oğlu Nasuh Çavuş'un gelin alacağı gün Ula'ya geldi. Alay, koca Marçal
Ağlarını aşıp
Ula'ya geldiğinde, kız evinde çalgı-çengi eğlence devam ediyordu. İlçenin genç
kızları halka olmuş;
“Ay alaylar bulaylar,temeli de süzgün alaylar”
oyununu oynuyorlardı.
Osman, avlu kapısının
yanındaki duvarın üstüne dikilip, oynayan kızlara bakmaya başladı. Gözleri bir kızın üzerinde takıldı
kaldı. Hay bakmaz olaydı! Osman'ın gönlü
dere olup, Balcıların kızı Gülayşe'ye akıverdi. İçi ıpıl ıpıl kaynadı.
Çaydere'li olanca
gücüyle asıldığı halde, bakışlarını Gülayşe'den koparamıyordu. Sanki etrafındaki
herkes Osman"ın kime, hangi duygularla baktığını seziyordu. Osman ne
gözlerine söz geçirebiliyordu, ne de gönlüne... Artık gönlüne söz
geçiremiyordu. Beyni ise,kendi beyni değil; Gülayşe’ydi sanki…
Gülayşe de ona
bakmış, gülümsemiş miydi, ne!
Osman, gelin
alayıyle beraber Çaydere'ye dönerken; “içimde buğday kaynıyor, kafamda kireç
söndürülüyor!” dediği zaman, yanındaki Çiftçilerin Mehmet; “Osman mı saçma sapan konuşuyor, ben mi
anlamıyorum...” demekten kendini alıkoyamadı.
O günden sonra Osman, Ula düğünlerinin müdavimi olmuştu.
Çizmelerini parlatıp atına atlıyor, soluğu Ula'da alıyordu. Marçal dağlarında,
Kabaca Pıynar'ın dibindeki yatırda mum yakıp, Gülayşe'ye kavuşmak için dua
etmeyi ihmal etmiyordu.
Çoğu düğünlerde
Gülayşe'yi göremiyordu. Ama bir de gördü mü, içindeki nehir suları köpürmeye
başlıyordu.
Gene böyle bir düğünde,
Gülayşe'ye “gel Ayşe” diyecek cesareti toplayabilmek için, birkaç duble rakıyı su gibi içti. Neydi o öyle? Ayşe
mi dönüyordu, kendisi mi, yoksa dünya mı?
Derken biri tuttu
kolunu:
“Gel be dost,
dedi, derdin var anlaşılan. Gel bizim meclisimize katıl...”
Çaydere'li Osman,
kendini Ula'lı gençlerin sofra kurdukları kilimin üstünde buldu. Herkes
kardeşçe bakıyordu kendisine. Selamlaştıktan sonra, bir kadeh sundular ona da.
Dülger
Bekir'lerin Selver, bağlamasını düzenleyip, telleri üzerinde, telleri
gezdirirken sordu :
“Merakımı bağışla
Osman kardeş UIa düğünlerini kaçırmayışının nedeni ne ola ki?”
O güne dek eline hiç
bağlama almamış olan Çaydere'li Osman,
birden silkindi. Yeniden doğmuş gibi oluverdi. Selver'in elinden bağlamayı
aldı. O gün çalıp çığırdığı, sevilen bir Ula türküsü olarak günümüze geldi.
Kuşkusuz yarınlara da kalacak :
Deniz üstü
köpürü, ah yarim, lilay lilalay Iom
Kayığa da binsem
götürür ah yarim ah
Benim de buraya
geldiğim ah yarim lilalay lilalay lom
Bir güzelden
ötürü ah yarim ah
Karıncanın katarı
ah yarim lilalay lilalay lom
Yüreğime değdi
batarı ah yarim ah
Benim de buraya
geldiğim ah yarim lilalay lilalay lom
Bir güzelin
hatırı ah yarim ah
Sonra:
Onlar ermiş
muradına. Mutlu huzurlu yaşamışlar ömür boyu.
Bilgi:Ahmet
Günday
Yorumlar
Yorum Gönder