ELBET BİR GÜN BULUŞACAĞIZ!..
Zil çaldığında, uyku mahmurluğuyla şaşkın bir halde yatağından doğruldu…
Gecenin bu saatinde kimdi acaba?
Bacakları ağır ağır kendisini zorlukla taşıyarak kapıya yöneldi...
“Kim o?” Dedi usulca…
“Benim!” Dedi ses.
Bir insanın bir saniyede ne çok şey düşündüğünün farkına vardı.
Kim olabilirdi?
“Kimsiniz? Dedi tekrardan, kimsiniz?”
Bir şarkı tutturmuştu inceden inceye kapının ardındaki adam…
“Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak!”
“Bu şarkı?”
“Kırk yıl olmuş muydu acaba?
Evet olmuştu. Tam kırk yıl önceydi.
Bir adamın sesinden bu eski şarkı kapalı kapının ardında adeta dans ediyordu.
“Tanrım, bu bir düş olabilir mi? Hangi yıldayım ben?”
Kapıyı açmadan önce, gözleri evin girişindeki aynaya ilişti…
Üstü başı perişan ve saçları darmadağındı. Çok kötü görünüyordu.
Zamansız gelmişti kapıdaki…
“İkimizin de saçları ak, öyle durup bakışacağız!” diye devam etti kapı ardındaki adam.
Zaman, her geçirdiği yılda başına bela olmuştu…
“Aramızdaki yaşanmış yıllarda, başka bir aşk demişdi.
Ben hayatta aşkımı tamamladım. Sen başındaydın.
Ben hep akıştaydım, sen de seyirde…
Benim bahçemde çiçekler erken soldu. Sen yeni açmıştın. Ben ruhen fakir, sen ise zengindin.”
Kapıdaki şarkı devam ediyordu adamın sesinden.
“Belki bir deniz kenarında ele ele maziyi konuşacağız”
“Kırk yıl geçti.”dedi. Kırkyıl.
“Ben senin aklında mıydım ya da sen benim?”
“Benim içimde yanan ateş var, sevgilim ne zaman buluşacağız?”
O anki kalp atışlarını bütün dünya duyabilirdi.
Elini sol yanına götürdü. Belki yüreğine söz geçirip susturabilirdi.
Parçalanmış yüreğine söz geçiremedi.
“Zaman, zaman, zaman!..” Diye söylendi kendince.
Solup giden hayaller, yeşermeyen ümitler…
Kapıyı açmak isterken, dizleri daha da titremeye başladı. Çok titriyordu.
Çok uzun bir yolculuk yapmıştı zamanla…
Yorgundu.
Gene de kapıyı açmalıydı.
Birden evin ve kendisinin çok dağınık olduğunu düşündü.
Bu dağınıklığı görmemeliydi kapının ardındaki adam.
“Aman, dedi. Görse ne olur ki?”
Gelen bir şarkıydı sonunda. Gelen bir şarkıysa, bu dağınıklığı görmezdi.
Ama gelen oysa eğer almalıydı dağınık evine.
Kendi kendine soruyor, kendi kendine cevaplıyordu.
Kapı karanlık hole açıldı.
Dolunay aydınlığında bir adam vardı, ellerinde bir demet papatya ile.
Tanıdı o papatyaları. “Nerden topladı ki?” dedi.
Oysa, o papatyalar zaman akıp geçerken solmuştu.
Adamla beraber, birden zaman geri dönerek içeriye girdi.
Adam onun dağınık saçlarını fark etmedi.
Papatyaları eline verip, diğer elini eline aldı ve sımsıkı tuttu.
Sonra; dağınık saçlarını bir eliyle topladı alnından yavaşça öptü.
“Beni hiç bırakma olur mu?” dedi. Ben gitsem bile sakın beni bırakma!..”
Huzurla, huzursuzluk arasında gelgitler yaşadı.
Adam gitmiş ve kadın onu kırk yıl hiç bırakmamıştı.
Kadın, kendisini koltuktan fırlatan bir sesle doğruldu.
Telefonu çalıyordu.
Ne zaman uykuya daldığını bilemedi.
Bu koltuğa oturduğunda mutlaka uykuya dalardı.
Çok mu uzun olmuştu dalışı?
Bu hal 76 yaşındaki bir kadın için şaşırtıcı olamazdı.
Yıllardır, ilk gençlik aşkını hiç rüyasında görmüyordu.
Dudaklarında bir gülümseme belirdi.
Özlemi bir nebze dinmişti.
“Acaba? Dedi. Acaba, bir daha onu ölmeden rüyamda görür müyüm?”
Betül ERDOĞAN
Yorumlar
Yorum Gönder