ÇOCUK GELİN; ROJİN
“Yağ satarım, bal satarım, Ustam öldü, ben satarım.”
Doğuda küçük bir köyde çocukların her gün oynadığı bu oyun içindeki Rojin'e, anası seslendi.
"Rojin, hadi gel baban çağırıyor!"
Rojin, istemeye- istemeye oyundan çıktı.
Elbisesindeki tozları silkeleyerek eve doğru yöneldi.
İlkokulu üçe kadar okumuştu Rojin.
Babası, kız çocuğu olduğu için gerek görmemişti okumasını.
Hem evde yapılacak o kadar iş ve ilgilenilecek kardeşleri varken okumak ta neyin nesiydi?
Sabah erkenden kalkıyor, anasına yardım ediyor, kardeşlerinin üst-başlarını yıkıyor akşama yakın arkadaşlarının sesini duyduğunda sessizce sokağa çıkıp oyun oynuyordu.
Rojin, on dört yaşındaydı.
Zayıf uzun boylu, uzun saçlı ceylan gibi gözleri olan güzel, gösterişli bir kızdı.
Geniş avludan geçip eve girdi.
Evleri tek katlıydı.
Babası oturma odasında yere oturmuş elinde tesbih sert-sert Rojin'e baktı.
"Bundan sonra, sokakta oynamak yok!" diye gürledi.
Rojin korkudan titremeye başladı.
Evde her işi yapıyor sonra oynamaya çıkıyordu.
"Oyun oynamak benim hakkım!" diye düşünüyordu hep.
Babasının sert söylemlerinin karşısında, başını öne eğip sessiz kaldı.
Babası, “Seni köyden Bişar’a verdim bu akşam söz kesilecek ona göre hazırlıklı ol.” Dedi.
Rojin, küçücük bir kız çocuğuydu, evliliğin ne olduğunu bilmiyor ve evlenmek istemiyordu.
Sokakta arkadaşlarıyla oynamak istiyordu.
Ağlayarak yatak odasına geçti.
Kendisine ait hiç odası olmamıştı dört kardeşiyle dip-dibe yatıyorlardı.
Akşam, gelenlerin sesini duydu ama odadan çıkmadı.
Anası çağırmaya geldiğinde, Rojin ağlıyordu.
Kapıyı açmadı.
Anası ısrarla, kısık sesle sesleniyor adeta kızına yalvarıyordu.
Kapı tıklıyor ama Rojin hâlâ direniyordu açmamakta.
Biliyor ki; açarsa suratına iki tokat atılacak…
Sonra babası geldi ve kapıyı omuzladığı gibi açtı.
Rojin, çaresiz bir şekilde emirlere uydu misafirlerin karşısına çıktı.
İki yaşlı adam, üç yaşlı kadın ve genç yakışıklı bir adam gelmişti.
Rojin, “Yakışıklı bir adammış. Hani şu filmlerde ki gibi.” Diye aklından geçirdi.
Söz kesildi ve bir ay sonra da imam nikahı kıyılıp düğün-dernek kuruldu.
Rojin’e, kırmızı pullarla işlenmiş uzun bir elbise giydirip başına da yine aynı renkte pullu bir duvak takıldı.
Koca evine giderken sürekli gözyaşı döktü Rojin.
Korkuyordu.
Evlilik nasıl bir şeydi acaba?
Gittiği koca evinde gün boyu herkes oynadı eğlendi.
Akşam olunca, bir kadın kendisini alıp yatak odası olarak hazırlanmış küçücük süslü bir odaya götürdü.
Rojin, çok korkuyordu.
Başını öne eğip beklemeye başladı.
Kapı açıldı ve içeriye eşi olacak adam girdi.
Başı öne eğik olduğu için sadece ayaklarını görebiliyordu.
“Evine hoş geldin” diyen sesle irkilip başını kaldırdı ve olduğu yere yığıldı.
Bu adam, kendisini istemeye gelen yaşlı adamlardan biriydi.
Peki; o genç adam kimdi?
Sonradan öğrenecekti ki, oğluymuş.
Korkudan dili tutumlaş ağzından tek kelime çıkmıyordu.
Kocası, bir hayvan gibi kendisine saldırdı.
Rojin, çığlık atmaya başladığında ağzını, o kocaman kaba elleriyle kapattı.
Sabah olduğunda, Rojin hâlâ ağlıyordu.
Bundan sonraki günlerde de hep ağladı.
Bir gün, yaşlı kayınvalidesiyle avluda otururlarken, dışarıda oyun oynayan çocukların sesini duydu ve yüzüne bir gülümseme yayıldı.
Yaşlı kadın gülerek, “Hadi çık biraz oyna” dediğinde sokağa nasıl koşarak çıktığını bilemedi.
“Yağ satarım, bal satarım, Ustam öldü, ben satarım.”
Oyuna girer girmez, ne olduğunu anlamadan uzun saçlarından, bir el tutup yerlerde sürükleyerek eve götürdü.
Bişar, hem yerlerde sürüklüyor hem,“Sen benim haberim olmadan nasıl sokağa çıkarsın!”diye bağırıyordu.
Yaşlı kayınvalide çaresizce seyretti.
Rojin, ne zaman yataktaki hallerini düşünse midesi bulanıyordu.
Sonra kokular kendisini rahatsız etmeye başladı.
Günler boyu hep kustu.
Hamile olduğu için kustuğunu anlayamadı.
Bir sabah gene kusarak uyandığında, yaşlı kayınvalidesi gelip, “Gelin hazırlan ebeye gideceğiz!” dediğinde gene bir şey anlamadı.
Ebe kadın, “Müjdeler olsun, gelin hanım yüklü” dedi yaşlı kayınvalideye.
“Yüklü!”
Bu kez anladı.
Anasından duyardı bu kelimeyi. “Gene yüklüyüm” der, sonrasında kardeşleri doğardı.
Rojin, hiç doktora gitmeden aylarını geçirdi.
Bazen pencereden sokağa bakar oyun oynayan çocukların sesini duydukça içi acırdı.
Yaşlı kayınvalide kendisine hep iyi davrandı.
Rojin, onun zor yürüdüğünü gördükçe kendisine hep yardımcı oluyordu.
Kocası hiçbir zaman iyi davranmadı kendisine.
Ondan hep korktu.
Akşam olmasın diye dua etti aylar boyunca.
On beş yaşını bile doldurmayan çocuk gelin hayatın akışına kendisini bırakmıştı.
Gelin olduktan sonra, anası-babası kendisini hiç arayıp sormamışlardı.
Kardeşlerini de öyle özlemişti ki.
Doğuma az kalmıştı.
Ebe kadın öyle demişti son gittiklerinde.
Bir akşam kocası Bişar eve içkili geldi ve Rojin’i aldığı gibi yatağa attı.
Çocuk gelinin karnı burnunda hamile olduğunu düşünmeden hayvanca saldırdı.
Rojin o kadar hiddetliydi ki, çığlık-çığlıya bağırarak kocasını yataktan aşağıya attı fırlayarak ayağa kalktı.
Adam durur mu?
Rojin’e tekme-tokat rastgele vurmaya başladı.
Zavallı çocuk gelinin, içindeki öfke bile dayanamadı yediği dayağa.
Karısının kendine gelmediğini gören Bişar, öldüğünü düşünüp çoktan sırra kadem basmıştı.
Rojin baygınken, yumuşacık iki el yavaşça yerinden kaldırıp gökyüzüne doğru çekmeye başladı.
Sonra; aydınlık bir bulut üstüne yatırdı.
İnanılmaz bir huzur kapladı küçücük yüreğini.
Aşağıya baktı ve onu gördü.
Bişar belli ki pişman ve üzgün.
Ama ona yukarıya yanına almayacak Rojin.
Kendisini, karnında taşıdığı bebeğiyle birlikte susturmak istemişti Bişar.
Şimdi Rojin beyaz bulutlar üstünde yüzünü göremeyeceği bebeğiyle uyuyacak.
Derin bir uykuya dalacak ikisi de.
Hiç kimse uyandıramayacak onları.
Ne Bişar, ne anası, ne babası ne de kardeşleri.
Rojin, aşağılara bakıp, bir sokak arıyor.
Yüzünde solan gülüşün son izlerini bırakıyor yeryüzüne.
Elini karnına götürüyor ve bebeğine;
“Yağ satarım, bal satarım, Ustam öldü, ben satarım.”
Diye fısıldıyor…
Betül ERDOĞAN
Yorumlar
Yorum Gönder