Bizim Çocukluğumuzda Komşuluk!


Bizim çocukluğumuzda komşuluk  ne güzeldi! Çünkü biz üç ev ötesindeki komşumuzun ne durumda olduğunu, aç mı, tok mu bilirdik. Evet bilirdik. Herkes herkesle tanışık, herkes herkesle akraba gibiydi. Can kaygısı yok, mal kavgası hiç yoktu. Alışveriş çok kolaydı.Mahalle bakkalında veresiye defteri tutulur, ay başlarında ödeme yapılırdı. Herkes komşusundan bir şeyler isteyebilirdi!.. Birinden un istersin, öbürü gelir senden yağ isterdi. Herkesin malı vardı ama parası yoktu o zamanlar. 

Bizim çocukluğumuzda yokluk vardı. Ani misafir gelirse  bazen evinde çayı, şekeri olmayan aile çocuğunu gizlice komşuya gönderir; ödünç isterdi. Hatta, odun ve kömürün bile komşudan alındığı zamanlardı o günler. Yine de çok güzeldi  yokluk içinde ki bu yaşadıklarımız. 

Bizler, sokakta oynarken susadığımızda eve gitmez, komşu teyzenin kapısı çalar ondan isterdik.

Güzeldi komşuluk bizim çocukluğumuzda.

Komşu beylere, hep "amca!" eşlerine de "yenge!" derdik. Kadınlar ise; birbirlerine "elti!" derlerdi. 

Bahar geldiğinde ev temizliği yapılırken, herkes birbirine yardım ederdi. Genelde iki katlı ahşap binalardı evlerimiz.  Önce duvarlara beyaz kireç sürülür sonra  tahtalar ovulurdu. Yıkanıp paklanmış halı veya kilimler serilirdi sonrasında. Temizlik molasında çaylar içilir muhabbetler edilirdi doyasıya.

Kimse kimseden bir şey beklemezdi. Önemli olan komşuluktu!..

Kışın uzun gecelerde komşularla sobanın etrafında toplanılır; bir dudağı gökte bir dudağı yerde devler gibi türlü türlü masallar anlatılırdı. Susayan komşuya tulumbadan çekilip soğuk su ikram edilirdi. Yazın sular testilerde olurdu hep.Testi, içindeki suyu çok az dışarıya sızdırır, su testi dışına sızarken ince buharıyla testiyi soğutur; böylece testiler bugünkü termos görevi yaparlardı. 

Bizim çocukluğumuzda yiyecekler, avlulara veya serin kilerlere konan rüzgar ve hava geçirir tel dolaplar konardı. Tel dolapları da o zamanlar buzdolabı görevi görürdü. 

Bizim çocukluğumuzda,  "ev alma, komşu al!" sözünün büyük bir önemi vardı. Komşuluk her şeyin başıydı. Komşular, evlendireceği oğluna kendi görmeden gelin kızı komşusuna seçtirirdi. "Komşum uygun gördü ise, bana da uygundur!.." derdi.

Her gün bir komşuya gitmek adetti. Kadınlar öğle yemeği sonrasında mutlaka birlikte çay içerlerdi. Herkes giderken, biraz çay biraz şeker götürürdü. Ortada demlenen çaydanlığa getirilen çaylar atılırdı. Karnı aç olarak giden de, bir tepsiye hazırladığı kahvaltılıklarını önüne koyar yerdi. Ev sahibine kimse yük olmazdı. Sohbetler edilir, şakalaşılır, iş, nakış, dikiş, yapılırdı. İkindi sonrası da tekrar evlere dönülürdü. 

Ramazan geceleri de, her gün bir evde teravih namazı kılınırdı. Biz çocuklar için teravih namazı çok önemliydi hiç kaçırmazdık. Namaz aralarında söylenen ilahiler çocuk ruhumuzla bizleri eğlendirirdi.


O yıllarda kadınlar, herhangi bir işte çalışmadıkları için, yalnızca ev işleri ve çocuklarının bakımları ile ilgilenirlerdi. Haftanın belirli bir gününü çamaşır yıkamaya, bir gününü yırtık-pırtık dikip yamamaya, bir gününü özel yemeklerin hazırlanmasına ve bir gününü de, uzak yere gidilecek misafir gezmesine ayırırlardı. Genellikle öğle sonralarında yapılan bu misafir gezmelerinde, mutlaka el işlerini de yanlarına alırlardı. Böylece misafirlikte hem muhabbet ederler, hem de bir taraftan ellerindeki işleri yaparlardı. Misafiri hazır alınmış yiyeceklerle ağırlamak  çok ayıptı. Haberli gelmiş misafirine çayın yanında çarşıdan satın alınmış kurabiye ve bisküvi  türü yiyecek ikram eden kadının misafirine önem vermediği, zahmet etmeye değer bulmadığı, hatta "çok tembel!" olduğu sonucu çıkarılırdı. 


Akşam ev gezmeleri için, elektriğin olmadığı o günlerde, ay ışığı olduğu geceler tercih edilirmiş. Ben kendim yaşamadım ama; annemlerin bana anlattığına göre; "ay ışığı olmayan gecelerde ellerinde küçük bir fenerle veya feneri olmayanlar, bir çıra yakarak onun verdiği ışıkla" ev gezmelerine giderlermiş. 


Bizim çocukluğumuzda, her kadının sıkı-fıkı olduğu, bütün sırlarını hiç çekinmeden açtığı muhakkak bir kadın arkadaşı olurdu. Birbirlerine ufak el yapımı hediyeler verirler; zor günlerinde birbirlerine yardımcı olurlar; birbirlerini başkalarına karşı savunurlardı. Bu öyle bir dostluktu ki, aralarındaki bu sevginin hiç bitmesini istemedikleri gibi, ölümden sonra da devam etmesini arzuladıkları için birbirleriyle bazen ahretlik! olurlardı. İsimleri ile hitap etmek yerine, birbirlerini "ahretlik" diye çağırırlardı. 


Bizim çocukluğumuzda, mahallede bilgi ve görgüleri ile tanınmış ve genellikle yaşlı kadınlara, mahalle kadınları tarafından büyük saygı gösterilirdi. Herhangi bir sorun veya hastalıkta bilgisine başvurulur, yardımları istenirdi. Bu kadınlar da yardımlarını hiçbir karşılık beklemeden, hemen yerine getirirlerdi. Bu bilgili deneyimli kadınlar, ayrıca karı-koca arasındaki anlaşmazlıklarda bir nevi arabuluculuk yaparlardı. 


Şimdi ki komşuluklar nasıl? Eski komşular gitti yerini kavgacı, saygı bilmez; dedikoducu, asansörde bile bir merhaba demeyen komşular aldı.

Bir köşe yazarı olarak; bu konuyu derinlemesine düşündüm inceledim. Neticede şu kanıya vardım: 


Bizim çocukluğumuzda, yokluk vardı. Herkes bir şekilde komşusuna muhtaçtı. Sevmese de Komşuya olan saygısı ve içinde ki Allah korkusuyla  katlanırdı. Bugün artık herkes ekonomik özgürlüğüne kavuştu. Herkes az çok ihtiyacını karşılayabiliyor. Kimseye ihtiyaçları yok. Sanırım sorun da buradan kaynaklanıyor. Ne yapalım? Buna da alıştık sanırım. 

Yazımı da bir Atasözümüzle bitirmek istiyorum.

"Başı darda kalan kimse önce komşusundan yardım ister. Bu sebeple, onlarla her zaman iyi geçinmeliyiz. Komşuya zarar vermek insanlığa sığmaz; ayıpların en büyüğüdür."

Allah hepimizi iyi komuşular versin.

Betül Erdoğan 

Yorumlar

Popüler Yayınlar