ÇARŞAMBAYI SEL ALDI!
Sevda türküleri neden bu kadar hüzünlü olur? Neden sevenler kavuşamaz birbirine? Hayat mı yoksa başlı başına bir hüzün? Bu türkünün öyküsünü okuduğum an,yine havada hüzün kokusu oluştu içimi yakan. Gene yalnızlık gene hüzün var canımı acıtan. Hava bulutlu tıpkı benim duygularımın üstüne çöken bulut gibi. Bu sabah yeni doğan güneşle, "bu gün neşeli bir türkü öyküsü yazmalıyım!" dedim: Saatler süren araştırmalarından sonra; "neşeli bir türkü öyküsü" bulamadım. Bu hüzünlü türkü öyküsünü yazmaya karar verince; sanki benimle birlikte gökyüzü de hüzünlendi birdenbire kararıverdi. Birden gece oldu sanki ortalık. Dinledim saatlerce yalnızlığımı dinledim. Ve daha çok dertlendim. Bazı sevenler kavuşamıyor, hatta ölüme beraber gidiyor, bu öyküde olduğu gibi. Bazıları da, sever sevilir ama yine bir gün yalnız kalıverir!.. Ağır geldi bunları düşünmek bana. Yalnızlık!.. Sevip te sevilip te yalnız kalmak canımı acıttı. Bağırmak istedim ama birileri değil, kendim duydum gene isyanımı...Belki, benden daha çok bağıranlar vardı kimse onun için beni duymadı. Buda olabilir. Ağlamak istedim her şeye inat gökyüzü başladı ağlamaya.. Ağlayan çok olduğu için, ağladığımı da gören olmadı. Dinledim saatlerce içimin sızısını dinledim. Ve bu gün bu öyküyü yazmaya karar verdim
Çarşamba ovasında Yeşilırmak'a kavuşan Abdal deresinin kıyısındaki köylerden birinde, Ahmet diye fakir bir genç yaşarmış. Fakirmiş ama, yüreği zenginmiş Ahmet'in. Köyünde herkesi sever, herekes de onu çok severmiş. Kimin iş olsa yardıma koşar, küçüklerini sever, büyüklerini sayarmış. Upuzun boyu, güçlü omuzları, keskin bakışları, heybetli yürüyüşü varmış. Nişanlısı Melek, en az Ahmet kadar iy yürekli bir kızmış. O ne endam, o ne bakışlar!..Köyde herkes aşıkmış kara gözlü, narin vücutlu bu ceylana. Ne var ki sevdiği Melek'le nişanlanıp askere gittikten sonra kötü haber tez ulaşmış Ahmet'e: Melek'te gözü olan Ağaoğlu Mehmet Ali, Melek'i dağa kaldırmış kızın rızası olmadan. Üstelik Mehmet Ali,
Melek'le önce açıkça konuşmuş ve Melek de, onu sert biçimde reddetmiş.
Ahmet kötü haberi alınca firar edip, elinde silahıyla arkadaşlarını toplayıp yollara düşer. Gece gündüz, dağ tepe Melek'i arar. 'Meleeeek... '" Meleeeek..."diye bağırmaktan sesi kısılır.
Derken bir gün, önce çakal yağmuru uç verir. Sonra koca gökyüzü parçalanır. Yeşilırmak öyle bir kabarır ki, uçsuz bucaksız Çarşamba ovası kaynayan bir göle dönüşür. Evleri, köyleri, hayvanları, insanları yutar. Ortalık durulup sel çekildiğinde, Abdal deresinin Yeşilırmak'a kavuştuğu yerdeki bir kayanın üzerinde el ele tutuşmuş boylu boyunca yatan Ahmet ve Melek'in cansız bedenleri gözler önüne çıkar. Rivayete göre o büyük kaya yediye bölünür ve her bir parçanın dibinden selvi boyu su fışkırır. Halk, doğanın gözyaşlarını döktüğüne inanarak duaya başlar. İşte bu duaların zaman içinde 'Çarşamba'yı Sel Aldı' türküsüne dönüştüğüne inanılır.
Kayanın bulunduğu yere daha sonra bir su değirmeni kurulmuş ve o yöre 'Değirmenbaşı' olarak anılır olmuş. Ahşap değirmenin yedi taşı varmış. Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayılırmış. Her Hıdırellez'de tekrarlanan gelenek, 1970'lerde değirmenin yıkılmasına kadar da sürmüş.
Çarşambayı sel aldı
Bir yar sevdim el aldı
Keşke sevmez olaydım
Elim koynumda kaldı
Oy neyimiş neyimiş
Kaderim böyleyimiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömleğimiş
Çarşamba yollarında
Kelepçe kollarında
Allah canımı alsın
O yarin yollarında
Oy neyimiş neyimiş
Kaderim böyleyimiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömleğimiş
(Kaynak:Semra1973)
Yorumlar
Yorum Gönder