Sevdalı yürekler için mevsimleri yaşamak bir başka güzeldir. Vuruluverirsin hiç ummadığın bir anda birisine. O an öyle çarpar ki kalbin, duracak gibi korku verir sana. Bahardan sonra yaz gelir...Hepimiz biliriz ki, tez geçer yaz aşkları. Ama; aşağıda ki okuyacağınız aşk öyküsü öyle basit değil. Okuduğumdan beri henüz silinmedi ikisinin de yarası benden. Aşk gitti ama acısını bıraktı, izi kaldı. Yaz aşkları mevsimine dönünce, pencereye sinmiş insanlar gelir gözümün önüne. İçin için yaşarlar sevdalarını, ve yavaş yavaş görünürler etrafta. Kimi yaza girerken bırakıp gittiği aşkını, kimi yaz sonrası aşkını düşünür. Kimi ayrılık acısıyla hala yüreği yanar. Kimi bırakılmışlığın. Çok azdır taze aşk yakalayan. Sanki bir doğum öncesi ölüm gibidir. Sonra kış gelir.Kimi bırakıp gidenin geri döneceğini bekler, kimi gelmek ister gelemez. Sadıklar ise hep kavuşur...Kimi yalnızdır, kimi yorgun...O yorgunlar için kış uykusu başlar...Belki de taze baharlara, taze ümitlere enerji depolar... Aşk dört mevsimdir herkesin sözlüğünde. Ama nedense bana bu türkünün öyküsünde yaşanılanları çağrıştırmaz. Saçmaladım belki de bir paragraf boyu. Yalanlar yazdım. Aslında doğru olsalar bile yalanlardı çünkü. Hissetmediklerimi yazdım. Ezberden konuştum. Aşk, kelimesi çok farklı boyutlara taşınabilir. Öfkem susmama engel değil... Ama ikisinin de suçu yoktu...Suçlu yoktu…Hediye’nin mevsimi sonbaharsa, yaza, kışa, bahara dönemezdi...Onun gibilerin nasibi pencere önüne sinip, mazide yaşamak,kendinle savaşmak... Savaşmak ve hırpalanmak...Farkındalığının farkına varılıp ,bir de üstüne onun için cezalandırılmaktı. İç acıtan bir türkü öyküsü bu:







    
Hey  Onbeşli Onbeşli!..

     Tokat'ın, taşlarla döşenmiş  yollarından şakırtılı at arabalarının gelip geçtiği dönemlerde, önü kaleye bakan ahşap evlerden birinde ,ailesinin biricik şenliği sevinci olan Hediye, etekleri sırma işleme, başında Tokat işi yazması, yazmasının ucu kırmızı oyalı. Endam ki ne endam. Fidandan daha narin, boyu gül ağacı misali minicik, alımlı, edalı bir kızcağız.

     Tahtaoba Köyü´nden tanınmış ailelerinden birinin oğlu Hüseyin görüverdi onu. Issız bir yerde buluştular, iki gencin yüreği birbirine ısınıverdi. Çok geçmeden, Tahtaoba´dan dünür geldi Hediye kızın evine. Köy ağasının biricik oğlu Hüseyin’e istediler onu. ´"Yaşı küçücük "dedi anası "Baba ekmeği yemedi daha." Oğlan tarafı da, "Bizim oğlumuzda yeni yetme...Söz alalım, bekleyelim. Gül yüzlü Hediye bu yaz gelinimiz olsun."


     Çabuk büyür kız çocukları fidan gibi. Kız çocuğunun da yuvadan kuş misali kanatlanıp tez uçanı makbuldür. Hele dünürü Tahtaoba´nın beylerindense, bol haneye gelin gidecekse, anasının babasının adını saygınlaştıracaksa bu fırsat kaçırılmaz. "olur" dedi büyükleri. Hediyenin ak ellerine kınalar yakılacaktı. Hayırlı işte acele etmek en güzeliydi. Verdiler Hediye´yi  bıyıkları yeni terlemiş delikanlı Hüseyin´e. Şerbet içtiler, söz kestiler. Tahtaoba´nın beyi koçlar kurban etti. Hüseyin, endazesi on yedi kuruşa mor kadifeden fistanlık kumaş aldı Hediye´ye. İpek kumaşlara bürüdüler Hediye'yi. Boynuna gümüş hamaylılar, alnına Hamidiye paralar taktılar. Bakır tepsilerin arkasını tıkırdatarak oynadı kadınlar.


     Tokat'ın, meşhur olan yaprakları Kış geçmeden  küpleri basıldı. Erik ezmeleri, tarhanalar, sebze kuruları, bulgurlar, setikler, yarmalar hazırlandı.

Baba evinde misafir muamelesi gören Hediye çeyiz telaşına düştü. Renk renk  yazmaları, renk renk oyalarla süsledi. Her iğne  batırışında, hayaller kurdu Hediye.

Ama;

Hediye'nin keyfi tez kaçtı. Seferberlik ilan edilmişti ve yaşı onsekiz olan bütün delikanlılar mecbur gidecekti. Tokat titredi bu havadisle. Bin üç yüz onbeş doğumlular kışlada toplanacaklardı.

Kimi Çanakkale'ye, kimi Filistin'e, kimi Yemen'e.

Geride gözü analar ve yavuklular kaldı.  Ardlarından sular döküldü dualar edildi. Geride kalan yavuklular içlerinde ki yangını türkü yaptı. Onsekizlik yiğitlerin arkasından ağlayarak söylediler.

Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı.

     Çağırılan gençlerin arasında  tabi ki, Hüseyin´de vardı. Kızıl atını topuklayıp ayrıldı köyünden yaşıtlarıyla birlikte. Tokat´ta Örtmeliönü´ndeki siyahlaşmış tahtalarla kaplı evin kapısını çaldı. Sözlüsünün ana babasının elini öptü dualarını aldı. Göz ucuyla baktı utançtan yüzü kızaran Hediye´ye. "Vatan borcu ödeme zamanı, sağlıcakla kalın. Döner gelirsem ahtımdayım. Çift davullar çaldırıp düğün yaparım." dedi onlara. Sonra helallik isteyip ayrıldı Hediye´nin evinden. Başını çevirip  tekrar ardına baktı ve  sürdü atını.

Gidiyom gidemiyom
Seni terk edemiyom
Sevdiğim pek küçücük
Koyupta gidemiyom.

Hediye artık boynunu bükük beklemeye başladı. Gözyaşlarıyla günleri saya saya, aylar geçirdi. Bir sarı zarf gelir ümidiyle yaşadı.

Sonra kış geldi. Tokat'a günlerce kar yağdı. Sonra karlar eridi, kuru ağaçlar canlandı çiçek açtı. Asmalar  gözyaşı gibi salkım salkım üzümlendi. Bazen Batmantaş köyü'ne,bir ateş koru gibi kara haber düştü, bazen Yatmış'a, bazen Hampınar'a. Dualarla uğurladıkları evlatlarının toprağa düştüğü haberini alan yüreği yanık analar, yavuklular ve dul kalan  taze gelinler, yiğitlerini uğurlarken, ardlarından su  döktükleri evlerinin önlerini  bu kez gözyaşlarıyla suladılar.

Memlekette od düşmedik ocak kalmadı. Eli yüreğinde uyandı her sabah Hediye. Ümidini hiç yitirmedi her gün haber bekledi yiğidinden.

"Çok mu uzaktı acaba Yemen?"

Şu dağların ardına gitse bulur muydu?

Bekleyiş  derde  dönüştü. Gelen her şehit haberiyle ümitler  biraz daha kırıldı. Analar, askere  giden babalarını soran bebelere "Az kaldı, dönecek." dediler içleri yana yana, sızlaya sızlaya.


Seneler seneleri  kovaladı. Her yüzde derin çizgiler  bırakarak. Evler  yiğitsiz kalmaya devam etti. Dağlarda eşkiyalar peydahlandı. Asker kaçakları da çoğaldı, hırsızlarda. Bir gün falanca köyden baskın haberi geldi, bir gün filanca köyden. Yiğidinin yasını tutan taze gelinler dağa kaldırıldı. Hükümet baş edemiyormuş  güya onlarla. Kimse kimsenin selamını almaz olmuş. Güven diye bir şey kalmamış.

Ana-baba yüreği dayanamaz olmuş. Bir gün, almışlar karşılarına Hediye'yi, "Kara  yazılı kızım, dört yaz geçti haber yok Hüseyin'den. Böyle daha bekleyemezsin. Haberlerini alıyoruz nice yiğitlerin  şehit olduğuna dair. Bazılarının ise şehit olduğu haberi bile  evine ulaşmazmış. Biz artık yaşlandık ve senin için endişe duyuyoruz. Yama ustası sana talip oluyor. Erkeğin yaşlısı ve çirkini olmazmış. Emin efendi  zengin bir tücardır oğul- uşağı yok koca evde  bir başın olacak. Biz gitmenden yanayız, git ocağını kur ve yuvanı bil."

Şansız Hediye sessiz sessiz ağlayarak çıkardı parmağındaki söz yüzüğünü. Ana- babaya karşı gelinmezmiş o zamanlar. Kötü kaderini kabullenip oturdu. Son güne  kadar da Hüseyin'den haber almak ümidiyle  bekledi pencere önünde türküler mırıldanarak.  Bir müddet  sonra da, altmışına gelmiş, Dimorta hanında yazmacılık yapan Emin efendiyle nikahladılar onu. .


Gidiyom işte bende
Bir arzum kaldı sende
Ayva olup sarardım
Din iman yok mu sende

   Çifte davullu düğün hayelleri ile yandı Hediye. Gelin kınası yakılmamış küçücük elleriyle sildi göz yaşlarını.  Hüseyin´in yasını tutmasına fırsat olmadan, al ipliklerle işlemeli bindallı giymeden gelin olup Emin Efendi´nin evine girdi.

Tokat'ın yazma ustalarından dı Emin efendi. Uzun beyaz sakallı, yün papaklı, vaktinden önce  çökmüş bir yaşlı esnaftı. Önceki evliliğinden olan çocukları birer birer şehit olmuş ve hayata küsmüştü. Hediye kızın tazeliği bile ölen yaşama sevincini diriltemezdi. Hediye, açmadan  solan bir gül misali genç kadın olup çıkıverdi.

  Hediye kızın yazgısı değişmedi. Yağmur gibi sıkıntılar üzerine yağdı da yağdı.  Yaşlı da olsa, kadrini kıymetini bilen Emin efendi aniden uçup gidiverdi. Daha evleneli bir yıl olmadan taze bir dul olmuştu şimdi. Tokat'ın orta yerinde Yeşil ırmak  gürül gürül akarken, Hediye gelin de gözyaşlarını akıttı, akıttı.

Ölüm acısı geçmeden, Hediye Emin efendinin işinin yürütülmesi gerektiğini düşündü. İşleri çekip çevirmeliydi.  baba ocağına geri dönemezdi bir daha.


     Ne Allah´tan, ne hükümetten korkusu kalmamıştı azgın çeteler komadı Hediye´yi yasıyla başbaşa. Şehrin kıyısında koca konakta tek başına yaşayan bu taze dulda çok para olmalıydı. Hem  kimsesi yok. Koruyanı sahip çıkanı bulunmayan bu kadının malına  el koymak kolaydı. Ay karanlık bir gecede koca evin çift kanatlı kapısının önüne vardılar. Bakır tokmağını çaldılar. Genç kadın kapıyı açmaya korkunca omuzladılar hep beraber. İçeri daldılar azgın kurt sürüsü misali, sepet sandık dağıttılar, feryadına çığlığına kulak vermeyip sırladılar Hediye´yi.Hoyrat eller dağdan dağa dolaştırdı onu. Zorla sahip oldular, kirli elleriyle birbirine sundular, kalaylı siniler üzerine çıkartıp el çırparak oynattılar ağızlarından salyalar akıtarak. Nice zaman sonra gönülleri geçti kızdan, bastıkları başka köylerden   taze gelinler kaçırdılar. Bir sabah atın arkasına atıp Tokat´a getirdiler onu. Tan yeri ağarırken, sabah namazından dönen yaşlılar kaldırıma düşmüş bir kız buldular. Üstü başı yırtılmış ağlayan biçarenin başına toplanıp konuştular da bir el uzatıp "Kalk" demediler.

Tokat yolu kaldırım
Düştüm beni kaldırın
Sevdiğimin uğruna
Vurun beni öldürün

Hediye´nin adı kötü kadına çıkmıştı.

 Yemen´den Çanakkale´ye nice kez öldürücü  kurşunlara uğrayıp, ihaneti, zulumeti, açlığı, hastalığı yaşayıp da geri dönen olur mu?.. Allah kulun alnına ölümü yazmayınca oluyor işte. Gözü yaşlı Ana´ların "Giden gelmiyor" diye türküler yaktığı cephelerde kah vuruşarak, kah esir düşerek seneler geçiren Hüseyin dağın, taşın çiçeğe büründüğü bir bahar gününde çıkıp geliverdi memleketine. Tahtaoba´dan savaşa yollanmış bin üç yüz on beş doğumlu yirmi delikanlıdan bir o sağ kalmıştı. Yönü yaylaya bakan, içinden boz bulanık seller akan köyün girişinde madımak toplamaya koyulmuş genç gelinler-kızlar  tanıyamadı bu hırpani kılıklı adamı, köpekler seğirtti üzerine. "Benim ben! Memleket aşırı diyarlara gönderdiğiniz Hüseyin´im ben. Hak alnıma yaşa yazmış, kaderde size kavuşmak varmış, döndüm... Emmi, dayı kızları, yad el değil bu gelen. Bey oğlu Hüseyin´im ben." Köyün genci yaşlısı koşarak geldi kuşattı çevresini, boynuna sarıldılar. Yanlarına alıp evine götürdüler onu. Yorgun ayakları geri geri gidiyordu sanki.. Ak sıvayla sıvanmış bahçe duvarının önünde yabancı bir erkeği görünce sarılacak oldu... Hüseyin´in anası. Sonra sekiz yıldır ağlaya ağlaya ferini tükettiği gözlerinden çok yüreğiyle tanıdı oğlunu. Kollarını açıp "Oğlum" diye inledi. Tahtaoba Köyü şenliğe durdu o gün. Savaşa yolladıkları yirmi civanın yerine geriye dönen bu bitkin genç için toy vuruldu, düğün kuruldu, kurbanlar kesildi. Anası başındaki kahır kasnağını çıkardı.”Seferberliğe giden de geri gelirmiş demek ki “dedi:

     Saatlerce bekledi Hüseyin. Bekledi ki, birileri Hediye´den bahsetsin. Ne anası, ne bacısı adını anmadı gelinlerinin. "Yoksa ahtını bozup kocaya mı verdiler sözlümü?" diye  düşündü. Olamazdı tabi ki, bir söz vardı ortada. Hem ailesi verecek olsa, yavuklusu çiğnemezdi yar hatırını. Dayanamadı, töreyi bozup sordu sonunda.

"Ana Hediye´m nasıl?"

     Gözleri dolu  başını iki yana salladı anası. Birilerine
lanet ederek döğündü.

     "Hediye´yi sorma oğul, kız kısmı bunca sene durur mu? Uçurdular yuvadan,
alıcı kuşlar kaptı onu." dedi:

     Anlayamadı önce Hüseyin. Söz vermişlerdi ana babası, nasıl uçururlardı yuvadan. Bin bir türlü kuruntuyla geçirdi geceyi. Sabah Tokat´a giden at arabasına binip Örtmeliönü´nde ki ahşap evin önüne geldi. Kalbi pıtır pıtır atarak sekiz yıldır kavuşmayı düşlediği yavuklusunun evini seğirtti uzaktan. İşte çoğu şey bıraktığı gibi duruyor.  Hediye´nin bahçesinde kirazlar da çiçek açmış. Evin kafesli penceresinden yavuklusu onu bekliyor  belki de. Peki,ne demek istemişti anası? Bakır kapı halkasını vurdu elleri titreyerek. Ses soluk yok, bir daha denedi, yine cevap veren olmadı. Geri çekilip pencerelere baktı, kimseler görünmüyordu. Karşı evin önünde kendisine bakan bir adama sordu.

-"Evdekiler nerede?"

"Evdekiler buradan ayrılalı çok oluyor."

-"Nereye gittiler?"

-"Geyras´ta bir çiftliğe."

-"Ya Hediye?"

"Hediye´ye ne olduğunu bilmeyen mi kaldı Tokat´ta. Kötü yola düştüydü o.
El elinde eğlence olmuş. Laf söz ettiler çevreden. Gözümle görmedim ama
birileri alıp, götürüyormuş bazen. Ana babası utancından terk etti buraları. Hediye´de alıp başını gitti. Dedikoduya dayanamadı dediler. Hatta
giderken söylediği mani herkesin dilinde."

Gidiyom elinizden
Kurtulam dilinizden
Yeşil baş ördek olsam
Su içmem gölünüzden

     Can alıcı kurşunlara hedef olduğunda bile bu kadar yıkılmamıştı Hüseyin. Er başına iş gelir derlermiş ya atalar, böylesi işte gelirmiş demek. Eli ayağı kesiliverirmiş insanın, yıldırım çarpmış gibi yanarmış demek. Karşısındaki adamın söylediklerini duymuyordu artık. Sekiz yıldır yüreğinde aşkını sakladığı, pare pare hasret çektiği yavuklusunun sesi kulaklarında çınlıyordu.  Cephede üzerine top mermisi düşüp parçalanan dostları geldi gözlerinin önüne. O mahşerin içindeyken bile ölümü istemeyen delikanlı bir haberle ölüden beter hale gelirmiş demek.

    Dövündü, dövündü. “Ah, dönmez olaydım sılaya. Başımın üzerinde vınlayan kurşunlardan biri yüreğimi parçalasaydı keşke. Geri dönmeye sevinmek ne gafletmiş meğer,” diye inledi. Ardını döndü konuştuğu adama. Yedi düvel düşmanın yıkamadığı yiğit, omuzları düşmüş bir şekilde döndü köyüne.

Aslan yarim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sende dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye
Az mı geldi gönderdiğim hediye

     Bundan sonra  Hüseyin´e bahtsız yiğit dediler. "Sevdiceği hoyrat ellerde dolaşırmış, yarine haram olmuş." dediler. Örtmeliönü´nün nazlı güzeli, yüzü hiç gülmeyen bir kadın olmuş. Sekiz yıldır hasretini çeken yavuklusu kan kusar olmuş da yabanın destursuzu safasını sürermiş. Alıp başını gitti Hüseyin. Hediye gibi onun da nereye gittiğini bilen çıkmadı.

   
     Cepheden sağ dönen Hüseyin bir daha yavuklusunun yüzünü gördü mü bilmiyoruz.  Şurası kesin ki onların kara bahtını Tokat´ın ipek bürüklere bürünmüş fidanlara benzeyen kızlar türkü yapıp söyledi. Tarihler hiç yazmadı savaşa giden gençlerin geride bıraktığı yüreği yaralı kızların ve taze gelinlerin acısını ve kundaktaki  öksüz kalan bebeleri. Onların hatırasını yaşatacak anıtlar dikilmedi hiçbir yere. Kara sevdalı gençlerin her biri yaşadı, kocadı, dünyayı terk etti ama halkın hafızası o felaket günlerinde solup gitmiş gülleri canlı tuttu. O gün bu gündür Tokatlı bir güzele vurulana derler ki;

Tokat bir dağ içinde
Gülü bardağ içinde
Tokat´tan yar sevenin
Yüreği yağ içinde.

Kaynak:www.bakimliyiz.com

Yorumlar

Popüler Yayınlar