Kaçındasın Ümmü Gelin Kaçında?





Suya düştü tutamadım kolunu,
Uzakta gitti bilemedim yolunu,
Güzel de mevlam kısmet etmiş ölümü.
Kanlı da çaylar nerelere kodun Ümmü'mü,
Suna boylumu...


Sizi gidi katil çaylar! Kan-can alan çaylar! Kuruyasınız emi çaylar. Hey ki ne hey! Gün gelir şırıl şırıl

akarsınız. Kurdu kuşu, cümle yaratıklar su içer yatağınızdan. Tarlaları  sularsınız yer yer. Kimi yerlerde de

barajları doldurur, ışık saçarsınız çevreye. Kocaman kocaman  makineler sizden can alır. Sonra; balık

verirsiniz insanlara. Yayınlar, pullular, alabalıklar. Sonra, sonra mı? Buharlaşıp yağmur olursunuz,

yeryüzüne bereket salarsınız.

İyi, hoş da; peki neden azgınlaşırsınız bazen? Neden gencecik kızları, oğlanları yutarsınız? Kadir'in

 Mehmet yeni delikanlı olmuştu daha. Suçu serinlemek için suya girmekti. Ya Mustafa'nın oğlu? Ya

Danacı'ların kızı? Birer birer yok olmadılar mı Ceyhan'da? Hepsini saymakla bitmez. Daha niceleri var. Ya

Fırat'ın alıp yuttukları? Ya Dicle'yi geçmek isteyip de sulara yuvarlananlar!  Ya, Zap suyu! Ya Kızılırmak?..


İnsanları yutan, yok eden çayların adı da "kanlı çaylar” olarak anılır hep. Ama türküler var ya türküler. Kimse

kurtulamaz türkülerin dilinden. Türküler olması gerekeni bilir; olması gerekeni söyler. O kadar!

Hangi çaya kurban gittiği belli olmayan Ümmü gelin var birde. Bilinen şu ki,

Ümmü, güzel mi güzel bir köy kızı. Güzel ama öyle anlatmaya gelmeyen cinsinden Ümmü kızın güzelliği.

Ay parçası. Nur parçası, gümüş parçası

gibi. Güzelliği herkesin dilinde. Köyün sınırlarını aşıp, ta komşu köylere kadar ulaşmış namı. "falanca

köyden, falanda bir kız var ki, Mevla övmüş de yaratmış. Daha yaşı onüç, ondört; ama boyu sülün gibi. Bir

endam, bir çalım var ki, seke seke yürür ceylan gibi. Mevlam iyi kapılara nasip etsin". Bilen bilmeyene,

duyan duymayana anlatıyor

Ümmü'yü. Ve Yamaç köylü Aziz'in kulağına kadar da geliyor Ümmü'nün güzelliği. Aziz'in köyüyle

Ümmü'nün köyü yakın. İki köyün sabah horozlarının sesi karışır birbirine. Bağırsa duyulurmuş birinden

ötekine.

Aralarından ufak bir çay akıyor köylerin. Yazın kuruyup, suyu azaldı mı geçit veriyor. Ama kışın karı eriyip de

köpük köpük kabarıp azgınlaşınca, geç geçebilirsen. Ancak taş taş üstüne koyarak atlamak gerek çayı

geçmek için.

Aziz'in gönlüne, Ümmü'nün güzelliği gelip oturuyor ya, Ümmü kızın haberi yok bundan. Derken Aziz'in

köyünden Ümmü'nün köyüne bir kız veriliyor. Nişan takmaya gelenler arasında Ümmü  kızda var. Nişan

evi de Aziz'in yakını. Ortalık işlerine yardım ediyor. Gelenlere yer

gösteriyor. Yiyecek, içecekleri dağıtıyor. Ha, Aziz'in yakışığı da yerinde hani. Gösterişi iyi. Herkes de sevgi

saygı gösteriyor Aziz'e. Ortalıkta fırıl fırıl dönüyor. Göz ucuyla da konukları süzüyor. Birden çarpılmış gibi

oluyor  Aziz. Elindeki şerbet testisi düşüp parça parça kırılıyor. Gözgöze geliyorlar Ümmü'yle. Ümmü de

çarpılıyor birden. Aziz'in yakışığı onu da çarpıyor. Uzun sözün kısası, gözlerinden gönüllerine ılık ılık bir

şeyler akıyor ikisinin de. O kadar!


Sonra, günler hızla geçiyor. Arada sırada karşı köye gittiği oluyor Aziz'in. Uzaktan uzağa gözgöze geliyor

Ümmü kızla. İç geçiriyorlar, ama sonra ayrılık. Bir tanıdık aracı kadın buluyor Aziz sonunda. Haber salıyor

Ümmü kıza "böyleyken böyle. Babana dünür gönderip isteteceğim seni. Ne dersin?" Diye. Ümmü hazır

Zaten. Çok sevinmiş havalara uçmuş haberi duyunca. Gelgelelim babası inat Ümmü kızın. Güveni yok

Babasına Ümmü'nün. Ya "yok derse.

Ya kızımı başkasına vereceğim" derse, diye bir korku sarmış içini Ümmü'nün.

Üç beş tanıdık emmi, dayı bir araya gelip, karşı köye göndermiş Aziz. Kendisi de, gidenlerin yolunu sabırsızlıkla

beklemeye başlamış çay kenarında. Derken gidenler görünmüş uzaktan. Aziz koşa koşa ulaşmış kan ter içinde


yanlarına. Suratları asık keyifsizmiş hepsi de. "adam kesip attı. Hatır gönül de kalmamış kimsede. Herşeyin bir yolu

yordamı var. İnsan kestirip atmaz ki böyle işlerde. Baldırı çıplağın biri Aziz. Davul bile dengince döver. Benim


o çulsuza  verecek kızım yok. Buraya da gelmemiş olun" diyorlar. Aziz'in beti benzi atmış. Neye

uğradığını bilememiş. "Dengi dengine ha!.. Çulsuz ha! Görür o!" Demiş. O kadar!

Kısa bir süre sonra, Ümmü'nün nişan haberi gelmiş. Babası çarçapuk  bir tanıdığının oğluna vermiş

Ümmü'yü. Hem de Ümmü'ye hiç sormadan habersizce. Ümmü kızdan gizlice haber geliyor Aziz'e: "ben

gönlümce varmıyorum. Ne yapıp yapsın, kaçırsın beni aziz" diyor.

Aziz de haber salıyor Ümmü'ye, "Sabret biraz. Sabret ki herşeyin vakti saati var. Sen hazır ol yeter ki.

Tamam haydi deyince bohçan hazır olsun. Gerisine karışma."

Çok geçmeden de düğün davulları vurmaya başlıyor. Ümmü derseniz ateş üstünde oturuyor sanki.

Durmadan haber gönderiyor Aziz'e: "Daha ne bekliyor. Yoksa üç-beş çocuk anası olunca mı kaçıracak

beni. Yazık olsun erkekliğine" diyor. Sonunda Aziz de iletiyor Ümmü'ye. "Kaldı ki, üç gün, üç gece davullar

çalsın, zurnalar ötsün. Koy ki ağa baban, bey oğlu damadıyla yağlı ballı şerbet olsun. Koy ki düğün alayı

seni almaya gelsin. Okuyucular çığırsın, pehlivanlar yağlansın. Şenlik şamata olsun. Al bohçanı eline, bin

atına. Sonra da sür atını çaya doğru. Gerisine karışma."

Ümmü haberi iyice yarleştirmiş kafasına. Planlar yapıp, sonra da vakti saatini kollamaya başlamış. Ne

 zaman ki davul-zurna gelin alma havasını vurunca, Ümmü'nün yüreği de bir inip, bir kalkmaya başlamış.

Kızıl atı çekmişler evin eşiğine. Al duvağını toplayıp, bir sıçrayışta binmiş Ümmü ata. At şaha kalkmış ilkin.

Sonra da Ümmü'nün usta ellerine teslim etmiş kendini. Tozu dumana katarak gözden kaybolmuş Ümmü.

Herkeste bir şaşkın bakış. Kimi "at huylandı gelini kaçırdı", kimi de "Ümmü’nün  gönlü yoktu zaten.

Babası Aziz'e vermedi diye aldı başını dağlara kaçtı" diyor. Kimileri de "Ümmü babasına inat düğün

gününde Aziz'e kaçtı." Diyor. Yorumlar çeşit çeşit.

Hızla gitmiş Ümmü, sözleştiği yerde Aziz'i bekler bulmuş. Zaman kaybetmeden, ata terkileşip çay boyunca

kovmuşlar. Ta ki, çayın dar boğazına gelene dek. Dar boğazdaki üstlembeç taşına gelince, inmişler attan.

İnmişler ya çay azgın mı azgın. Dalgalar kudurmuş köpük  köpük kabarıyor arsızca. Arkadan babasının

adamları ha yetişti ha yetişecek. Azgın çayı atlamak zor. Ama, çay boyu at sürüp, yakalanmaktansa taştan

taşa atlamak daha kolay. En iyisi hızlanıp atlamak karşıya. İlkin Aziz atlar taşa. Ümmü'yü tutmak için de

elini uzatır. Ümmü de geri çekilip, hız alır. Atlar. Al duvağı ayaklarına dolaşır, suyu boylar Ümmü kız. Aziz

vakit geçirmeden hemen atlar suya. Ama batıp gitmiştir Ümmü. Bir tek al duvağı yüzer suyun üstünde. Al

duvağa sarılır Aziz. Bakar ki boş bomboş. Atar elinden, dalar suyun dibine. Ama çay azgın. Dalgalar

kudurmuş bir halde. Sonra bir daha çıkar Ümmü su yüzüne. Aziz o tarafa kulaç atar. Ama yetişmesine

 kalmadan, yine batar Ümmü. Sonunda kolu kanadı kırık, çıkar su kenarına Aziz. Çıkar da, Ümmü'nün

duvağı elinde ağlar ağlar, feryat eder.

Ardlarından yetişenler Aziz'i böyle görünce durumu hemen anlarlar. Ümmü'nün babasına haber ulaşınca,

"kızımı çaya attı. İsteyerek attı çaya. Kendine vermedim diye, boğdu kızımı Aziz" deyip, doğruca karakola

gider. Bir yandan davulcusu, bir yandan zurnacısı bir yandan köylüsü ümmü'yü arar çayda; bir yandan

elleri kelepçeli Aziz şehire götürülür. "kızımı istedi vermedim. Sanra da düğün günü o'nu kaçırıp çaya attı.

İşte tanıklarım var. Bu adamlar görmüş Ümmü'yü Aziz'in çaya attığını" diye yalancı tanıklarla mahkemeye

başvurmuş Ümmü'nün babası. Yargıç ilkin Aziz'e sormuş: "ayağı duvağına dolaştı, çaya düştü" demiş

Aziz. Kapamış ağzını. Başka bir şey dememiş.

Yalancı şahitler hep bir ağız etmiş konuşuyorlar: "Biz gözlerimizle gördük. Aziz attı Ümmü'yü! Baban seni

 bana yar etmez; kimseye de olma! Deyip itti çaya Ümmü'yü." Bütün deliller aleyhine Aziz'in. Hiç de tanığı

yok.Şöyle ki, Aziz'den yana tek ifade yok. Hepsi kasten attı çaya diyor. Sonunda kararını açıklıyor

mahkeme yargıcı: "Tanıkların ifadesine göre Ümmü'yü kaçırıp, cebren çaya atarak boğulmasına sebep

olmaktan... Ölüme mahkum ediyorum" diyor. Aziz taş gibi. Aziz zaten ölmüş. Ümmü'sünü yitirmiş ki, dünya

dar geliyor zaten Aziz'e. Kararı dinliyor. Kılı bile kıpırdamıyor. Tınmıyor hiç.

Devir de eski devir hani, yargıcın dediği dedik. As as!.. Kes kes! O kadar! Atıyorlar dama Aziz'i. Günlerini sayıyor. Hiç kimseyle de konuşmuyor. Zaten ayrı bir hücrede. Yürek acısını türkülere döküyor. Sesi de çok güzel Aziz'in. Aziz'i ölüme mahkum eden yargıcın evi de çok yakındır mahpushaneye. Bir gece yarısı yargıcın karısı, Aziz'in yanık sesiyle uyanır. Dinler. Çarpılır  içi acır birden. Aziz ağlayan, yalvarmalı bir sesle Ümmü'nün çaya düştüğünü öykülemektedir türküyle. Yargıcın karısı kocasını uyandırır. "Kalk hele bey. Senin idamlık mahkumun sesi ne güzel. Nasıl da öykülüyor Ümmü'nün çaya düştüğünü" diyor. Yargıçtır, kalkıp kulak veriyor Aziz'in sesine.


Ümmü

Kaçındasın gelin Ümmü kaçında,
Sar(ı) altınlar dalabıyor saçında.
Gelin Ümmü kaldı çaylar içinde

Katil çaylar nere kodun Ümmü'mü.
Ümmü'mü Ümmü'mü gelin Ümmü'mü.


Coşkun çaylar akmaz iken harladı,
Zalım düşman kollarını bağladı,
Gökte melek, yerde insan ağladı

Katil çaylar nere kodun Ümmü'mü.
Ümmü'mü ümmü'mü gelin ümmü'mü.

Bir el attım kapamadım kolunu,
Sarpa çattım bulamadım yolunu,
Yaşın onbeş, mehel m(i) gördün ölümü,

Katil çaylar nere kodun Ümmü'mü.
Ümmü'mü ümmü'mü gelin ümmü'mü.

Kapam dedim, kapamadım fesini,
Ayın onbeşine benzer kesimi,
Kulak verdim, duyamadım sesini,

Katil çaylar nere kodun ümmü'mü.
Ümmü'mü ümmü'mü gelin ümmü'mü.

Başından yazmanı yörükler aldı,
Ağzından hızmanı balıklar aldı,
Gayrı kavuşmamız mahşere kaldı,

Katil çaylar nere kodun Ümmü'mü.
Ümmü'mü ümmü'mü gelin ümmü'mü.

Onsekizdir, siyah saçın örgüsü,
Bu güzellik sana hakkın vergisi,
Suya düştü ümmü kızın kendisi,

Katil çaylar nere kodun Ümmü'mü.
Ümmü'mü ümmü'mü gelin ümmü'mü.

Davulcusu kaya dibi dolaşır,
Seymenleri kuzu gibi meleşir,
Evlerine kara haber ulaşır,

Katil çaylar nere kodun Ümmü'mü.
Ümmü'mü ümmü'mü gelin ümmü'mü.

Altın tası suya düşmüş dalabır,
Sırma saçlar su üstünde yalabır,
Şu gelinsiz gelen kervan banadır,

Katil çaylar nere kodun Ümmü'mü.
Ümmü'mü ümmü'mü gelin ümmü'mü.

..............................................

Suya düştü tutamadım kolunu,
Uzakta gitti bilemedim yolunu,
Güzel de mevlam kısmet etmiş ölümü,

Kanlı da çaylar nerelere kodun Ümmü'mü,
Suna boylumu.

Kadı da geldi mahkemeler kuruldu,
İfadesi mustantıktan alındı,
Komşuları hakka niye yoruldu,

Akmayası çaylar nerelere kodun Ümmü'mü,
Suna boylumu.

Üç giderim beş ardıma bakarım,
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim,
Hem ayrılık, hem ölüm kahrı çekerim,

Katil çaylar nerelere kodun Ümmü'mü,
Suna boylumu.

"Vay be!" Der yargıç. "vay ki vay! Aldanmışız hata yapmışız. Yalancı tanıklara kanmışız. Suçlu olan hiç bu

kadar içten söyleyebilir mi? Böyle güzel öykülendirir mi olayı?" Deyip sabahı iple çeker. Mahkeme

kararının düzeltilmesini sağlar. Aziz'i salar mahpushaneden. Bu kez yalancı tanıklarla Ümmü'nün babasını

tıkar içeri.

O zamandan sonra; Aziz’in bu ağıdı dilden dile dolanmış ve bu güne kadar gelmiş.




Kaynak:
Yaşar Özürküt
Öyküleriyle  

Yorumlar

Popüler Yayınlar