İbrahim, Ben ve O Kadın.
Bu sabah, yüzüme
vuran tatlı ılık bir güneşle uyandım. Kalkıp pencereyi açtım ve temiz havayı
derin derin içime çektim. Kuşlar çoktan uyanmış, sanki benim için şarkılar
söylüyorlardı.
İbrahim geldi dün
akşam. Hafta sonunu beraber geçireceğiz. Henüz uyanmadı.
Beraber
otururken, her sabah yatak odasının kapısında ona şarkılar söylerdim. Detone
olan sesimden ve hiç bir şarkıyı sonuna kadar bilmediğimden olacak, gülerek
kalkardı hep.
Kahvaltıyı
hazırlayıp, şarkı faslına öyle geçmeliyim.
Ne yapsam acaba?
Ekmek kızartayım
sonra domatesleri dilimleyip, teflon tavada hafifçe pişirip tabağa aldıktan
sonra, üzerine sızma zeytinyağı gezdirip birazda kekik serpeyim.
Onu ilk kez geçen
yıl, N.'nin dükkanının önünde oturmuş kahve içerken görmüştüm.
Karşıdan gelirken
"Ne kadar hoş bir kadın!" demiştim.
Otuzlu yaşlarda
olmalıydı... Sarı saçları, ince vücudu ile narince gelip oturmuştu yanımıza.
Sonra tanışıp muhabbete dalmıştık…
İbrahim’in
sevdiği omleti de yapmalıyım. Beyaz peynir ve kaşarı kesip tabağa sıralayayım.
Tabak çevresine taze nane yaprakları da yerleştireyim ki görünümü güzel olsun.
Siyah ve yeşil zeytin. Zeytinlerin üzerine zeytinyağı, limon, pul, biber,
kekik. Yeşil zeytinin üzerine biraz da kimyon serptim mi tadına doyum olmaz.
Ha, birde dere otu zeytine çok yakışıyor…
Sonra; kadınla
konuşmaya devam ederken bir tuhaflık sezmiştim. Konuşurken hafifçe gözleri
kayıyor ve hareketleri ara ara ağırlaşıyordu.
iki çocuğu varmış
onları anlatmıştı bana.
Benim bazı
şeyleri fark ettiğimi anlamış olmalıydı ki; hareketlerindeki yavaşlığı hakkında
açıklama getirmişti.
MS hastasıymış.
Eşinin kendisiyle
çok ilgilendiğini ve tedavisin ciddi bir şekilde devam ettiğini, ev işi
yapamadığını eşinin kendisine bir yardımcı bulduğunu söylemişti:
Genç bir kadının
MS hastası olması, çocuklarıyla ilgilenememesi benim içimi çok acıtmıştı…
Masayı
hazırlamaya başladım. Bir kayık tabağa maydanoz, nane, dereotu ve rokaları
koydum. Peynir tabaklarını ve zeytinleri de. Ekmekleri kızartıp beze sardım.
Bir tabağa sızma zeytinyağı koyup,üzerine kekik, limon ve pul biber serptim.
Teflon tavada pişirdiğim domatesleri de koydum…
O günü ve o genç
anneyi hiç unutamadım. Ara ara aklıma takıldığı olmuştu. Ta ki, o güne kadar.
Parka, spor yapmaya
gitmiştim. Sabah serinliğinde, tatlı bir yaz havası vardı... 45 dakikalık
yürüyüşümden sonra, aletli çalışmalara başladım.
Birden, onu
gördüm... Kocası elinden tutmuş, sanki iki yaşında bir çocukla ilgilenir gibi,
aletlerle yavaş yavaş çalıştırıyordu... Beynimde şimşekler çaktı... O güzel
narin kadın gitmiş, yerine kamburu çıkmış, yürümekte zorlanan, hatta konuşmakta
zorlanan bir deri bir kemik küçücük bir kadın gelmişti.
Gözlerim doldu,
ağlamaklı oldum. Bu hastalık nasıl bir şeydir ki, bu genç güzel kadını bu hale
getirmişti.
Kendisine selam
verdim hatırını sordum ama bana boş gözlerle baktı.
Eşinin kendisiyle
bu denli ilgilenmesi onun için büyük bir şanstı.
İçimden o adama,
insanlık adına teşekkür ettim.
Birkaç dakikalık
spor çalışmasından sonra, banka oturdular ve eşi ellerini tutup sevgiyle
sıktı...
İbrahim’i
kaldırıp, omleti öyle yapmalıyım soğumasın.
Kapısına gidip,
"Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim!" şarkısını söylemeye
başlayayım...
Böyle güzel bir
günde, o kadını neden bu kadar çok düşündüm bilmiyorum.
Hastada olsa,
şanslı bir kadındı: Kendisini seven ve ilgilenen bir eşi vardı.
Kim bilir, belki
de o şans onu tekrardan hayata geri döndürürdü…
Balkonda,
sardunyaların mis kokusuyla beraber, demli çaylarımızla güzel bir kahvaltı
ettik…
Umarım, o kadını
bir daha gördüğümde durumu daha iyi olur…
Herkesin sağlığı
çok iyi olsun istiyor, diliyorum. Çünkü mutluluk; ancak sağlığın olduğu yerde
olur…
Betül
Yorumlar
Yorum Gönder