Nazım Hikmet ve kadınlar!..
Ülkemizin yetiştirdiği, en büyük şair, “mavi gözlü dev!” ünvanına sahip olan, Nazım Hikmet’in benim hayatımda, yeri çok büyüktür. Onun şiirleriyle bütünleştim, onun güzel sözleriyle hayata atıldım… O, olmazsa olmazımdır benim. Her şiirini, söylediği her sözü okudum derinden etkilendim.
Şöyle ki;
“Memleketim: Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya, kurşun kubbeler ve fabrika bacaları benim o kendi kendinden bile gizleyerek sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir!..” demesi bile onun diğer insanlardan olan ayrıcalığını gösterir.
Nazım Hikmet’in yazarlığının yanı sıra; hayatına giren, ona en büyük AŞK’ları yaşatan kadınları da merak ettim.
Araştırdım günler boyu ve sizlerle paylaşmak istedim.
Nazım Hikmet, 1901 yılında, Selanik’te dünyaya geldi. (Hüviyetinde, 1902 yılı gösterir. Okul için bir yaş büyük yazdırılır)
İlk şiirini, ‘Feryad-ı Vatan’'ı 1913'te yazar.
Sonra arkası gelir, yazar da yazar…
AŞK onun için çok önemlidir.
"Aşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir!" diyen bir şairdir Nazım Hikmet.
"Ve çok şükür aşığım. Bu aşk mistik manada falan değil. Platonik aşk değil. Her birine ayrı ayrı pratik tezahirleriyle faal bir aşk... Bana öyle geliyor ki, bir tek insana, yüz milyonlarla insana, her tek ağaca, bütün ormana, tek bir düşünceye, fikre, birçok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir." Bu sözlerin sahibi bir şair, doğal olarak yaşamı boyunca pek çok kadına aşık olmuştur. Üstelik kimi kez sadece kendisinin aşık olması yetmiştir Şair'e. "
Nazım ustanın,aşağıdaki, şiirini ilk kez radyodan dinlemiştim:
Yani sen elmayı seviyorsun diye / Elmanın da seni sevmesi şart mı? / Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık /Yahut hiç sevmeseydi /Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? /Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da / Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil."
Diyen sevmeye sevdalı bir şairin hayatına giren kadınlar kimlerdi?
NÜZHET - (İlk büyük aşkı ve ilk eşi)
Nazım ve Nüzhet çocukluk arkadaşıdırlar. Moskova’da üniversite öğrencilikleri devresinde evlenirler. Nüzhet’in ailesi razı değildir bu evliliğe. Mektuplar yağdırırlar Moskova’ya.“Her sözüyle,her hareketiyle,her şeye isyan etmiş,hatta saçları bile berberin tarağına isyan etmiş bu adamla senin gibi munis ve uysal bir kız geçinemezsiniz!” derler.
Bir ara Nüzhet’in sağlığı bozulur ve memlekete döner. Ne kadar tedavi olup iyileşmiş olsa bile, bu bünyesi ile Nazım’a yoldaşlık yapamayacağını düşünür, belki de ailesinin etkisi ile ayrılmaya karar verir. Zaten Moskova nikahı yapılmış olduğu için, boşanmak gibi hukuki bir sorunları da yoktur. Yıkılır şairimiz bu karar üzerine... Bu evlilik iki yıl sürmüştür. Bu ayrılıktan sonra Şair’imiz bu şiiri yazar:
MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ
O mavi gözlü bir devdi, /Minnacık bir kadın sevdi. /Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. /Bir dev gibi seviyordu dev, /Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, /yapamazdı yapısını, /çalamazdı kapısını bahçesinde ebruliiii hanımeli açan evin. /O mavi gözlü bir devdi, /Minnacık bir kadın sevdi. /Mini minnacıktı kadın. /Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda./Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, /girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde/ ebruliiii hanımeli açan eve. /Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: /bahçesinde ebruliii hanımeli açan ev...
Yazarımız, her ne kadar içi acıyla yansa da, bir müddet sonra sevdiği kadını unutur ve yaşamına yazılarına, şiirlerine geri döner.
Nazım Hikmet ve Piraye Hanım (2.eşi)
Piraye ,Nazım Hikmet’in kızkardeşinin arkadaşıdır. Kocasından ayrılmış, bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi bir kadındır. Şairimiz’in Piraye’ye yazdığı ilk şiirinin hikayesinin şöyledir:
Şair, sevgilisine bir demet mor menekşe ile gitmeye niyetlenmiştir. Ama dostlarının karnını doyurması gerekmektedir. Altın gözlü çocuğun menekşe parasını harcar. 1930 da yazdığı o güzelim şiiri de şöyledir:
Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çocuk
Abe şair, /bizim de bir çift sözümüz var /«aşka dair.» /O meretten biz de çakarız biraz.. /Deli çığlıklar atıp avaz avaz /burnumun dibinden gelip geçti yaz sarı tahta vagonları ter, tütün ve ot kokan bir tren gibi. /Halbuki ben istiyordum ki gelsin o kırmızı bakır bakracında bana sıcak süt getiren gibi... /Fakat neylersin, /yaz böyle gelmedi, /yaz böyle gelmiyor,/ böyle gelmiyor, hay anasını... sey!.. /EEEEEEEEEY... /kızım, annem, karım, kardeşim /sen başında güneşler esen altın gözlü çocuk, /altın gözlü çocuğum benim; /deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti de yaz, /ben, bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana! Ne haltedek, /dostların karnı açtı kıydık menekşe parasına!
1935’de kimseye haber vermeden evlenirler. İstanbul’a yerleşirler. Ama rahat olamazlar ki… Nazım Hikmet’in mahpusluk günleri başlayacaktır. O kadar çok şiir yazmıştır ki Piraye’ye… O kadar çok mektup yazmıştır ki, “Karıcım, canım karıcığım!” hitapları ile başlayan… Misal, "Karıcığım, Bu seferki ilk mektubuma senin için yazdığım bir şiir ile başlıyorum:
Saat dört yoksun, Saat beş yok / Altı,yedi ertesi gün ve belki kimbilir... /Hapishane avlusunda bir bahçemiz vardı. /Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı./Gelirdin,yan yana otururduk, Kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde..."Yıllar sonra; bu şiirini, Zülfü Livaneli besteleyerek bir albümüne şarkı yapmıştır.
Bu şiir böyle devam etmektedir... Şiirin sonundaki mektup ise şöyle bitmektedir:
"Kuzum karıcığım,bu şiirleri iyi oku.Yazdıklarımın en ustaları değilse de en yalansızlarıdır. Seni nasıl yalansız, süssüz,sanatsız seviyorsam,bunlar da öyle... "
Yada ,”Karıma Birinci Mektup” şiirini şöyle bitirmektedir:
Düşmanara gam. /Dostlara selam. /Kalbimde çocuklarım. /Seni kucaklarım. /Canın sıkıldıysa bu mektuptan beni affet!... /Kocan: Nazım Hikmet
“Karıma 2. Mektubumdur” diye yazılan ve Portreler kitabında yayınlanan en ünlü şiir de budur:
Bir tanem! /Son mektubunda: "Başım sızlıyor /yüreğim sersem!" /diyorsun. /"Seni asarlarsa seni kaybedersem;"/diyorsun; /"yaşayamam!"/Yaşarsın karıcığım, /kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda; /yaşarsın, /kalbimin kızıl saçlı bacısı /en fazla bir yıl sürer /yirminci asırlarda ölüm acısı. /Ölüm /bir ipte sallanan bir ölü. /Bu ölüme bir türlü /razı olmuyor gönlüm. / Fakat emin ol ki sevgili; /zavallı bir çingenenin /kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli / geçirecekse eğer / ipi boğazıma, /mavi gözlerimde korkuyu görmek için /boşuna bakacaklar Nâzım'a! /Ben, /alaca karanlığında /son sabahımın /dostlarımı ve seni göreceğim,/ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını /toprağa götüreceğim... /Karım benim! /İyi yürekli, /altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim; /ne diye yazdım sana /istendiğini idamımın, /daha dava ilk adımında /ve bir şalgam gibi koparmıyorlar /kellesini adamın. /Haydi bunlara boş ver. / Bunlar uzak bir ihtimal. /Paran varsa eğer /bana fanila bir don al, /tuttu bacağımın siyatik ağrısı, Ve unutma ki /daima iyi şeyler düşünmeli /bir mahpusun karısı.
Bir Cezaevinde,Tecritteki Adamın Mektupları” şiiri ise şöyle başlamaktadır:
“Senin adını /Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya,bulunduğum yerde /Ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere alatı katıa verilmez), /Ne de başı bulutlarda bir çınar.”
Durmaksızın yazar Piraye’ye Nazım Hikmet, sürekli yazar… 1945’ler de gene mahpushanede Piraye hanım’a her gün bir şiir yazmaya başlar. “Piraye için yazılan saat 21-22 şiirleri”dir bunlar.
“Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…”
Yıllar yılları kovalar hasret ve sevi dolu mektup ve şiirlerle... Amaaa her aşkın bir sonu oluyor galiba...
MÜNEVVER
1946 da Bursa Mahpushanesi’nde yatarken dayısının kızı Münevver’in ziyaretleri sıklaşmaya başlamıştır. Gönlüne sual olunmuyordu şairimizin ve artık Nazım Hikmet ile Münevver aşkı yavaş yavaş başlıyordu. Şair mektup yazar Piraye’ye ve anlatır durumu tüm açık yürekliliği ile… Piraye Hanım yıkılır ama kimseye belli etmez. Bu arada Münevver bir çocuk sahibi evli bir kadındır. Kocası ayrılmak istemez. Nazım- Münevver aşkı içinden çıkılmaz hale gelir. Nazım Hikmet bu aralar bir mektup yollar Piraye hanım’a. Şöyle der:
“Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana “gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!"
Gelmezse intihar edeceğini söyleyen mektuplar yazar karısına... Haberler gönderir...Piraye dayanamaz gider. Daha sonra da Nazım Hikmet’in Piraye Hanım’a yazıları devam eder. Nazım Hikmet açlık grevi yapmıştır mahpushanede ve rahatsızlandığı için hastaneye yatırılmıştır. Piraye Hanım’la son görüşmelerinin hikayesi de şöyledir: Özel bir bağışlanma bekleyen şair serbest bırakılacağını düşünmektedir ve gene Münevver Hanım’la görüşmelere başlamıştır. Piraye Hanım bilir durumu ama gene de hastaneye gider ve Nazım Hikmet'e çıktığında evine gelebileceğini söyler. Tam bu konuşma sırasında, kapısı açılır görüşme odasının ve içeriye Nazım Hikmet’in kızkardeşi ile Münevver Hanım girerler. Şairimiz iki arada kalmıştır ve durumu oldukça sevimsizdir. Piraye Hanım çıkar odadan. Bu Piraye ve Nazım’ın son görüşmesidir.
1930 da başlayan aşk 1950 de noktalanır. Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir. Piraye Hanım kocasını hiç yanlız (duygusal olarak) bırakmamış ve sabırla beklemiştir. Boşandıktan sonra da 1995 yılında ölene kadar da hiç bir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve kimseyle bir daha evlenmemiştir…
Nazım Hikmet ve Piraye Hanım aşkından geriye, uzun mahpusluk yılları boyunca yazılan yüzlerce şiir, mektuplar ve kitaplar kalır... Hayranlıkla okumamız için!
1946 da, "Piraye'me Rubailer" yazmıştır Nazım Hikmet... Bir tanesi şöyleydi:
"Hatunumun gözleri eladır da /içinde hareler var yeşil yeşil /altın varak üstüne yeşil yeşil meneviş /Kardeşlerim,bu ne biçim iş /şu dokuz yıldır eli elime değmeden /ben burda ihtiyarladım /o orda /Kalın,beyaz boynu kırışan kızım, /imkansızdır ihtiyarlamamız bizim,
etin gevşemesine bir başka tabir gerek, /zira ki ihtiyarlamak:
kendinden başka hiç kimseyi sevmemek demek."
Ve Münevver için,
“ Sen esirliğim ve hürriyetimsin, /Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, /Sen memleketimsin. /Sen büyük,güzel ve muzaffer /Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…” satırlarını yazar Nazım usta.
Evli ve bir çocuk annesidir Münevver. Önce Nâzım Hikmet’in hapisten çıkacağı düşünülmektedir. Ama mümkün olmayınca çıkması ve kocası Münevver’den ayrılmaya ikna olmayınca, bir pusula gönderir şaire. Kocasından ayrılmasının imkansız olduğunu bildirir.
“yapraklara,dallara,yeşillere, allara, /Nice nice yıllara gülüm,nice nice yıllara.
Yaprak dala, al yeşile yaraşır, /Gayrı bundan böyle vermem seni ellere.” Şiirini yazar Münvevver için.
1950 de giren af kanunuyla Nâzım Hikmet özgürlüğüne kavuşur. Çıkınca hapisten Münevver'le evlenir. 1951 de oğulları Mehmet dünyaya gelir. “Nazım’ın kopyası, mavi gözlü,sarı saçlı, gürbüz bir oğlandı.” demiştir Vâlâ Nurettin. Nedense Nâzım Hikmet'in askere gitmesi istenmektedir. Nâzım Hikmet 49 yaşındadır ve 1918 de Bahriye Mektebini bitirmiştir. İkna edemez kimseyi ve askere sevk kararı çıkartılmıştır. Şair 1951 Haziran’ında Tarabya’dan bindiği bir sürat teknesiyle önce Romen şilebine biner, ordan Varna’ya,sonra Bükreş’e ve nihayetinde Moskova’ya gidecektir. Bundan sonraki yıllar memleket hasreti başlayacaktır.
Memleket hasretiyle, hepimizin çok iyi bildiği şu şiiri yazar:
Seni Dünya paylaşamıyor, şiirlerin bin dilde
Seni senden okumak var ya seni aynı dile
Mezarın orada olsa burada olsa ne olur
Tepende bir taş olsa çınar olsa ne olur
Kitapların özgür artık, müjdeler olsun Nazım
Sen yazmaya devam et, hasreti yazma Nazım
Varna önlerindeydin, Sen artık döndün Nazım
Karadeniz köpürdü, memlekettesin Nazım
Nazım Hikmet memleket, memleket Nazım Hikmet
Kafiye için yazmadım, hasret sana memleket...
Münevver'e,
“Sevgilim, gonca gülüm /Başladı Lehistan ovasında yolculuğum.
Sevgilim, dayı kızım, Memed’imin anası, /Dedelerimizden biri /1848 Polonya muhaciri.
Belki o Varşovalı güzel kadına, senin /İkizmişsiniz gibi benzeyişiniz bundandır,
Belki ben bu yüzden böyle sarı bıyıklı /Böyle uzun boyluyum, /Oğlumuzun gözleri böyle kuzey mavisi.”
Memed’e yazar:
“Ananı üzme oğlum, /Ben güldürmedim yüzünü /Sen güldür. /Anan /İpek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak; /Anan, /Nineliğinde bile güzel olacak /On ilk gördüğüm günkü gibi, /Boğaziçi’nde Onyedisinde, /Ay ışığı,gün ışığı,caneriği, /Dünya güzeli.”
1958 de Paris’tedir Nâzım Hikmet.
1961 de Münevver, oğlu Memed'le birlikte kaçak yollarla Varşova'ya gitmeyi başarır. Yıllardan sonra Nâzım Hikmet’le bir otelde bir araya gelirler. Sonra bir ev tutarlar. Münevver Varşova Üniversitesinde bir iş bulacaktır. Ama Nâzım bu yıllar zarfında yeni bir aşk bulmuştur kendine…
Vera…
Nazım Hikmet, durumu Münevver’e açıklar ve ayrılırlar. Bir süre sonra Münevver oğlunu alıp Fransa’ya geçer. Orada da bir Fransızla evlenir daha sonra. 1998 tarihinde Fransa’da vefat eder.
“Saçları saman sarısı,kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” diye 1961 de yazdığı “Saman sarısı” şiiri ile ölümsüzleştirdiği kadının adı Vera’dır. Nazım Hikmet’ten otuz yaş küçük, beş yıllık evli ve bir çocuk annesidir. İlk tanıştığı andan itibaren aşık olmuştur şair, Vera’ya. Evli ve çocuklu olması umrunda değildir. Vera'yı sürekli aramaktadır. Günde belki on kez telefon eder. Sonunda muradına erer Nazım Hikmet ve Vera’nın gönlüne girmeyi başarır. Evlenirler. Bundan sonra şiirler Vera için yazılacaktır.
“Seher vaktı habersizce girdi /gara ekspres kar içindeydi /ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım/peronda benden başka da kimseler yoktu/durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri/perdesi aralıktı genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada/saçları saman sarısı kirpikleri mavi/kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı/üst ranzada uyuyanı göremedim/habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres/bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini/baktım arkasından üst ranzada ben uyuyorum/Varşova’da Biristol Oteli’nde/yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu…”
”Vera’nın Resmi” adlı şiiri de şöyledir:
“Kimseler yapamaz senin resmini
Sen kendi resmini kendin de yapamazsın
Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde
Senin resmini ben yapacağım.”
Bu arada kısa kısa ayrılıkları da oldu ikisinin.
Gittiği her ülkeden her şehirden arar Veya’yı şair. Her yerden kartlar yazar sevda dolu... Gönderir Vera’ya usanmadan…
“Selam.Öpüyorum seni. Raya’yı ve tüm dostları. Korkunç hasret içindeyim. Bir an önce, bir an önce dönmek istiyorum, işte bu kadar. Nâzım.”
Bazı yolladıkları da sadece dört satırdır. Şöyle:
“Durmadan seni düşünüyorum.
Durmadan seni düşünüyorum.
Durmadan seni düşünüyorum.
Durmadan seni düşünüyorum.
Nâzım Hikmet “
Nâzım Hikmet en son şiirini gene Vera'ya yazmıştır.
"Gelsene dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm."
Nazım Hikmet ve Vera, 8 yıl evli kaldılar.
Nazım Hikmet 3 Haziran 1963 günü memleket hasretiyle ölür.
Nazım usta, ölmeden bu şiiri yazmıştır:(12 Ocak 1963)
" Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni. "
Ve de uyarına gelirse,
Tepemde bir de çınar olursa
Taş maş da istemez hani.
Ne yazık ki, Nazım Hikmet usta, vatan toprağından uzak, Moskova’da gömülür…
Vera, Şairin ölümünden sonra kimseyle evlenmez bir daha. Vera 2001 de öldüğünde Moskova'dadır.
Nâzım Hikmet hakkında pek çok kitap okudum. Şiirlerine, güzel sözlerine tepeden tırnağa aşığım...Hayatına giren kadınları araştırırken, onun AŞK'larına da aşık oldum...
Ben yukarıdaki yazımda, evlendiği dört kadınla ile ilgili aşklarını yazmaya çalıştım...
"O mavi gözlü bir devdi!"
O, pek çok kadını sevdi. Bizler de onu çok sevdik...
"Taş maş da istemez!" demişti ya hani. Gerek te yoktu taşa maşa...
Okurları, onun "baş taş'ı!" oda bizim, "baş taş'ımız oldu!"
Senin gittiğin yoldayım koca usta'm...
Saygıyla anıyorum, ruhun şad olsun.
Betül Erdoğan
20 Eylül 1912
Kaynak: Hayal Kahvem
Yorumlar
Yorum Gönder